#1

3.1K 84 10
                                    

İstanbul.

Gördüğüm ve tanıdığım en güzel şehirlerden biri. Güzel, asi, aşk ve sevgi doludur benim şehrim. Baktıkça insanın içi ısınıyor, yüzünde ufacık bir gülümseme oluşuyor.

Fark ettiniz mi bilmiyorum ama İstanbul sadece boş bakışlarla bakılınca soğuk oluyor. Siz hiç bir gün bile akşam pencerenizin karşısına geçip sessizce izlediniz mi bu manzarayı? Hiçbir şey düşünmeden, rahatlayarak baktınız mı bu şehrin harikalığına? Eminim ki yapmamışsınızdır. Çünkü eğer yapsaydınız, bunu okurken yüzünüzde oluşan gülümsemeye engel olamazdınız.

Oluştu mu?

İhtişamı ile, muhteşemliği ile, özgür ve dik duruşu ile sizi kendisine hayran etmeli bu şehir. Ayrıca, kendisi de pek bir gizemlidir. Şüphesiz gördüğünüz her bir detayı bir ayrı güzeldir İstanbul'un.

Peki, size şöyle bir soru soracağım. Siz hiç İstanbul'un manzarası ile sevdiğinizin manzarasını yarıştırdınız mı? Hiç dediniz mi sevdiğim sen İstanbul kadar güzelsin, onun kadar hayran ediyorsun beni kendine diye?

Gelin en baştan başlayalım. Biliyorum ki yazdıklarımla kafanızı karıştırmış oldum ve şu an büyük ihtimalle kafanızın içinde olan bir sürü soru işaretleri ile savaş sürdürmektesiniz. Daha fazla gizemli gizemli konuşmayıp asıl konumuza gelelim.

Bir Pazar akşamıydı. Mayıs ayının son günlerindeydik.

Ben her zamanki gibi işten çıkmış evime doğru yol almıştım. Çok yorgundum, ayakta duracak halim yoktu. Utku, direksiyonun başına geçmiş gözünü yoldan ayırmadan arabayı kullanıyordu. Bense arkada oturuyor, camdan dışarıyı izliyordum. Saate baktığımda yediyi çeyrek geçiyordu. Akşam yemeğine yetişemediğim için annemden yine bin bir türlü laf işiteceğim fakat şu anki halimi düşünsek, pek umrumda olmadığını düşünüyordum. Belli belirsiz düşüncelere dalmışken Utku'nun bana seslenmesiyle kafamı ona çevirdim. Arkayı gösteren aynaya baktığımda onun da yüzündeki yorgunluğu sezmiştim.

Utku: Azer Bey pek bir yorgun görünüyorsunuz. Şurada bir tane kafe var, isterseniz eve gitmeden önce bir kahve alayım size. Hem böylece azıcıkta olsa yorgunluğunuz geçmiş olur.

Gülümsemiştim.

Azer: (gülümseyerek) ulan Utku, beni ne kadar da iyi tanıyorsun. Hayranım valla sana. İyi, in al bakalım.

Utku, gülümseyerek arabayı kenara park edip inmişti. Durduğumuz kafeyi tanıyordum. Arkadaşlarla bazen buraya toplantı yapmak için geliyorduk fakat çoğu zaman oturup adam akıllı yemek yeme fırsatım olmamıştı. Kısa süre sonra Utku elinde kahve ile geri dönmüştü.

Utku: buyrun Azer Bey.

Azer: sağol Utku. Sen kendine niye almadın?

Utku: sağolun Azer Bey ama ben pek kahve içen bir adam değilim. Yani genellikle çay içeriz ailecek.

Azer: (gülerek) tamam, anladım. E hadi bakalım, bir an önce eve yetiştir beni. Fadik Sultan şimdi ortalığı ayağa kaldırmıştır büyük ihtimalle.

Utku: hemen Azer Bey.

Kahvemi yudumlarken bir andan da düşünüyordum. Yarın yapılacakları, neyin ne zaman hallolmasını; hepsini. Utku'nun ani frenle durmasıyla sıcak kahveyi az kalsın üzerime döküyordum. Son anda kurtulmuş, bardağı önüme atmıştım.

Azer: Utku ne yapıyorsun ya? Yanıyordum burada.

Utku: şey... Azer Bey...

Sesinde titreme vardı. Galiba hafif korkmuş ya da şaşkınlık içerisindeydi. Dikkatle baktığımda gözleri alnına çıkmış vaziyette önüne bakıyordu.

SEVMEK SADECE Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin