1. Bölüm: KARARTILMIŞ RUHLAR

194 31 16
                                    

                                                                                            10 Temmuz 2008                                                                                                                                                                       O gün hayat benim için  durmuştu. Hangi gün mü? Babamı buz gibi betonun üzerinde kanlı, bıçaklı yatarken gördüğüm gün. Kimse evde yoktu, uyandığımda babamın yatak odasındaki cansız bedeniyle baş başaydım. Artık 7 yaşındaydım.Ölümün neolduğunu biliyordum. Olmek! Babamın ölümü, artık hayattaki en sevdiğim adamın kalbi atmıyordu, nefesi kesilmişti, hayata karşı hiçbir ümidi kalmamıştı. O artık yoktu, ruhu çoktan buz gibi bedeninden ayrılmıştı. O an babama sarılıp hıçkıra hıçkıra ağladım. Gözlerim çaresizce annemi aradı. Dudaklarımı aralamaya çalıştım, sanki kilitlenmişti, dilim dönmüyordu. Zorladım, ağzımı açmak için, olmuyordu. Şoklar içinde, ağlaya ağlaya, babamın cansız bedenine bakıyordum. Kapı çaldı, kapıyı açmak için kalktım ve açtığımda karşımda Zeliha abla vardı. 40 yaşında hiç çocuğu yoktu, annem ve babamdan çok onun yanında büyümüştüm. Annem hemşire, babam ise öğretmendi, bu yüzden Zeliha abla bana bakıyordu. Sanırım annem ve babamın işe gitme saati gelmişti ve Zeliha abla yanımda kalmak için gelmişti. Kapının önünde beni ağlarken, dağılmış bir halde görünce endişelenip bana sımsıkı sarılmıştı. Ne olduğunu anlamaya çalışıyordu. Elinden yavaşça tutup onu babamın cansız bedeninin yanına, yatak odasına götürdüm. Artık o da ağlıyordu. Eline telefonu alıp tuşlara tıkladı. Telefonu kulağına götürüp,
"Çiçek Apartmanı, 15 numarada bir ci...cinayet işlenmiş, komşumuzun evindeyim şu an adam yerde yatıyor. Hemen gelebilir misiniz?" dediğini duydum.
Karşı taraftan sorular geliyordu, Zeliha abla da cevaplıyordu. Konuşurken kekelediğini görüyordum o da benim gibi çok korkmuş ve üzülmüştü. Yaklaşık bir yirmi dakika sonra polisler geldi.
Ayrıntılı incelemeler yapiyorlardı, biri yanıma yaklaşarak, "Adın ne senin güzel kız?" dedi.
Artık konuşabiliyordum. "Benim adım Ada." dedim, titrek sesimle.
"İyi misin?" dedi.
Cevap veremedim, ağlamaya başladım. Polis bana acıyan, şefkatli gözlerle baktı. Evet, hayatım kararmştı. Ben cevap veremeyince,
"Gel oturalım." dedi.
Ona tamam anlamında başımı sallayarak onunla beraber sarı, desenli koltuklara oturduk. Polisler Zeliha ablayla konuşuyorlardı. Onlar konuşurken Zeliha abla sıcak bakışlarıyla bana bakıyordu. Konuşmaları bittikten sonra yanıma doğru, küçük adımlar attı. Onun da simsiyah, kıvırcık, gür saçları dağılmıştı, kömür gözleri kan çanağına dönmüştü. Ellerimi tuttu, sımsıkı hiç bırakmayacakmış gibi. Babamın cansız, kanlı bedenini siyah bir torbaya geçirmişlerdi, babam gidiyordu, beni bırakıyordu. Zeliha ablamın sımsıkı tuttuğu ellerini bırakarak babama koştum. Artık son olduğunu görüyordum. Babamın cansız bedenine sarılarak,
"Babam gitme, lütfen gitme, ben seni çok seviyorum, kimsem yok zaten, babalar gitmez ki, hani sen benim ağlamama dayanamazdın, bak ağlıyorum." dedim gözyaşlarımı parmağımla silip babamın cansız bedenine göstererek konuşmaya devam ettim.
"Sen benim süper kahramanımdın, şimdi sen olmazsan kim beni koruyacak."
Zeliha abla arkamdan gelip ellerimi tuttu, gözlerimden damla damla, hızlıca akan gözyaşlarımı silerek,
"Ağlama kuzum, baban seni çok seviyor, bak en yakınında burada." dedi. Acıyan yanan, sızlayan kalbimi göstererek.
Hayatım bitmiş miydi yoksa şimdi mi başlamıştı bilmiyorum. Tek bildiğim şey mavi gözlü adamın yanımda olmayacağı. Denizim kurumuştu artık, masmavi deniz yerine kurak bir çöl vardı hayatımda o kuraklık ne zaman yeşerecekti bilmiyorum ama bir daha asla mavi, beni kendine çeken bir denizim olmayacaktı.
Polis, Zeliha ablaya seslendi.
" Çocuk birkaç günlüğüne sizin yanınızda kalsın, belli ki sizi seviyor, sizin için bir sakıncası var mı hanımefendi?" dedi boğuk, duygulanmış hatta ağlamaklı olan sesiyle.
"Tabii ki kalabilir, onun bana ihtiyacı var, Memur Bey imzalamam gereken evrakları verin." dedi mutlu olmuştu, gözleri gülüyordu.
Beni ona veriyorlardı. Üzerimde sarı, çiçekli bir pijama takımı vardı. Zeliha abla gözlerini üzerimde gezdirip, elimi tuttu ve odama doğru yürüdük. Pembe, şirin ve iki kapaklı minik gardırobumu açtı, içinden mini eteklerimi, pijama takımlarımı, tüm kıyafetlerimi büyük, tekerlekli babamın tatil için aldığı siyah bir bavula özenle katlayıp bıraktı. Fermuarları da çektikten sonra işte gidiyorduk, eskiden sıcak yuva bildiğim ama şimdi babamın katledildiği bu buz gibi duvarlarla çevrili evden gidiyordum.
Artık bir evim yoktu, tek evim bilmediğim dar sokaklar.
Zeliha ablanın evi, hemen bizim evin karşısındaydı. Evimin siyah kapısı yüzüme bir kasırga gibi çarptı. Artık yuvam olmayan bir yere gidiyordum iyi miydi, kötü müydü bilmiyorum ama bedenimi karartılmış ruhlara teslim ederek gidiyordum. Artık ben eski ben olmayacaktım. Baş parmağımın ve orta parmağımın arasına geçirilmiş mor rengindeki parmak arası terliklerimi çıkarıp bilmediğim kokusunun bana yabancı bunaltıcı geldiği o eve girdim. Çünkü o ev bana yuva değildi. Kaldığım yabancı, lüks, beş yıldızlı bir otel gibi olacaktı. Zeliha abla benim iyi olmam için elinden geleni yapacaktı, mis gibi yemekler, konforlu yataklar tıpkı oteldeki gibi garsonların müşterilerin memnun kalması için müthiş ilgileri, aşçıların müşterileri tatmin etmek için yaptıkları yemekler ve buz gibi yataklar. Ağlaya ağlaya uyuyakalmışım. Büyük, güzel  döşenmiş odada rahat, geniş, rengarenk kanepelerin üzerinde derin bir uyku.
Babamın beni kucakladığını, karnında derin bir yara olduğunu gördüm ve birinin de beni arkamdan aynı şekilde bıçakladığını gördüm. Sıçrayarak uyandım. Ağladım, odada kimse yoktu, bağırmaya başladım, Zeliha abla elinde siyah, üzerinde kırmızı lekeler olan bıçakla içeri girdi. Daha çok korktum, korkudan saçlarımı yoluyordum, Zeliha abla hemen elindeki bıçağı yere atarak yanıma doğru yaklaştı. Güneş gibi sarı, dümdüz saçlarımı dolanmış sımsıkı ellerimi açmaya çalışıyordu."Kuzum ne olur aç ellerini, korkma ben yanındayım."diyordu.
Gözlerim hâlâ o lekeli bıçaktaydı. Zeliha abla bunu fark ettiğinde bana vicdan azabı çeken gözlerle bakıp hızlıca mutfağa koştu. Elinde geniş, kocaman, gri, desenli bir tabakla geri döndü. Tabağın içinde özenle, küçük küçük doğranmış domatesler vardı. Tabağın içindeki domatesleri bana gösterdi ve,"Ada ba...bak domates doğradım, sana iyi olman için  en sevdiğin domatesli çorbayı yapacaktım." dedi.
Saçlarıma dolanmış ellerim yavaş yavaş ayrılıyordu saç tellerimden aşağı doğru. Bir kez daha ona sarıldım. Mis gibi lavanta kokuyordu, tıpkı annem gibi. Annemi hiç sormadım,  sormayacaktım. Korkuyordum, ya o da beni bırakıp gittiyse. İşte o zaman ruhum bedenimden ayrılırdı.
Zeliha abla bir şeyler diyecekmiş gibi baktı ve,"Gel tatlım gidelim duş al ve rahat rahat masal gibi güzel, senin gibi temiz rüyalarına dal." dedi.
Beraber banyoya doğru  giderken masmavi, kelebek desenli duşakabini açtı. Başımdan aşağı düşen ılık su, çok rahatlatıcıydı. O ılık suyla beraber mavi, kan çanağına dönmüş gözlerimden sıcacık yaşlar al yanaklarıma doğru süzülüyordu. Saçımda gezinen tarak saç köklerimi öyle acıtıyordu ki. Tabi kalbimin ağrısının yanında o ne ki. Babamın aldığı pembe, şapkasında tavşan ve kulakları olan bornozu giydim. Saçımı kurutmak için aynanın karşısına geçtik. Kurutma makinesini çalıştırdı ve elleri saçımda geziniyordu, Zeliha ablanın.
Aynadan gözlerime bakınırken daldım, gözlerim babamın gözlerini hatırlatıyordu bana.
Babama hep "Ela'nın gözleri siyah keşke benim de gözlerim siyah olsaydı." diyordum. Ah! Ne kadar da aptalmışım, ben en güzel gözlere sahibim, babamın gözleri gibi masmavi deniz gözlere.
Zeliha ablanın,"Ada, kızım, Ada, kuzum." deyişiyle irkildim. Öyle dalmışım ki, kadıncağızı yine korkutmuştum. Efendim der gibi başımı salladım. Saçlarım çoktan kurumuştu, tek bir nemlik bile yoktu.
"Kuzum, giymek istediğin bir şey var mı?" diye sordu. Ne kadar da kibar bir kadın. Annem asla ne giymek istediğimi sormazdı. Ne giymek isteseydim itiraz eder "Bu çok ince Ada, bu olmaz Ada, bunu kirletirsin Ada." derdi. Zeliha ablaya hayır anlamında başımı salladım.
Bana en sevdiğim Hello Kitty'li pembe pijama takımımı giydirdi. Yemek yemek için mutfağa giderken birden kapı sert, alacaklı bir şekilde çaldı. Kapıdaki, Zeliha ablaya çocukları olmadığı için kin güden, kızan, bağıran hatta en kötüsü de döven MORUK kocasından başkası değildi.
"Sen kimsin ha, kimsin de elin veledini bizim evde barındıracaksın, kim bilir babası ne yaptı da gelip geberttiler hem anası nerede o hangi cehnnemde? Nerede olacak o da birini bulup defolup gitmiştir. Anası bile bu veledi kabul etmemiş, kaçmış, gitmiş biz mi besleyeceğiz." dedi Zeliha ablanın üzerine yürüyerek.
Duyduklarım karşısında şok oldum, annem kaçmış mıydı?
Hem de bilmediğim, tanımadığım bir adamla. Başımdan aşağıya kaynar sular döküldü sanki. Gözlerimdeki yaşları daha fazla tutamayıp salıverdim. Zeliha abla da çaresiz bir şekilde bana bakıyordu, gözleri özür diler gibi bakıyordu, dudakları bir şey der gibiydi, çaresizce titriyordu.
MORUK adam hâlâ konuşuyordu, tam bir vicdan yoksunuydu.
"Devlet ne diye var, yetiştirme yurtları, hemen bugün gidiyor, Allah'ın cezası bu kız."
"Ama Ahmet olm-" diyecekti ki sözünü kesti, Zeliha ablanın.
"Eğer sende sokağa atılmak istemiyorsan bugün götüreceksin şu kızı." dedi.
Zeliha abla dudaklarını araladı, bir şey diyecekti ki o güzel yüzüne sert bir tokat indi şap! diye, sesi kulaklarımı çınlattı. Ellerimi kulaklarıma götürdüm ve dizlerimin arasına koyarak,
"Hayır, hayır, olamaz!" diye bağırmaya başladım. Kafamı dizlerimin arasından kaldırdım ve o adama bakmadan kapıya doğru koştum. Ellerim hâlâ kulaklarımdayken bile arkamdan sanki ciğerlerinden nefes alan ve koşar adımlarla arkamdan gelen ayak sesleri geliyordu. Hiç umursamadan koşmaya devam ediyordum. Arkamdan geliyordu, bana sanki "Yalnız değilsin." der gibi kalbine bastırdı, sımsıkı sarıldı.
"Yalnız değilsin meleğim, söz veriyorum her şey düzelecek belki bana kızacaksın ama seni bir süreliğine senin gibi meleklerin, güzel arkadaşlarının olduğu bir yere bırakacağım, bir süreliğine!"dedi bastıra bastıra. Zaten o adamın olduğu evde duramazdım. Zeliha ablaya benim yüzümde eziyet çektirmesine izin veremezdim.
Kalbim çok hızlı çarpıyordu, gözyaşlarım durmak bilmiyor, dizlerim kırılmış gibiydi.
"Şimdi gideceğim on dakika sonra geleceğim, beni bekleyeceğine söz ver kuzum." yalvaran gözlerle bakıyordu bana, o an o kadar içim acıdı ki, o lanet olası kocası yüzünden cehennemini bu dünyada yaşıyordu kadıncağız.
"Söz." dedim boğazıma düğümlenmişti sanki sözler, çıkamıyordu ağzımdan. Hızlıca ayrıldı yanımdan, binaya doğru ilerledi ve içeri girdi. Onu beklerken sokağın sessizliğinde kaybolmuştum. Sanki zaman su gibi akıp geçmişti.
Zeliha abla göründü, elinde o siyah bavul vardı.
Nereye gidecektik ki?

BİR GECE 2 HECEHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin