Aptal

46 2 0
                                    


Genç kadın o sabah gözlerini açtığında aklında üç şey vardı: ya yataktan derhal çıkıp o günün, bugün olduğuna karar verecek; ya kronik erteleme huyunu bir kenara bırakamayıp sonunda hayata geri döneceği o günü yarına erteleyecek ya da son gücüyle ayağa kalkıp odasının penceresinden kendisini aşağı atacak. Ya da komidini üstünde duran uyku haplarını alıp uyumayı bekleyecek ki yaklaşık iki gün boyunca uyuduktan sonra bu hapları almak sadece baş ağrısına neden olacağından bu bir seçenek değil.

Tek tek aklındaki seçenekleri tarttı, ölçtü. Bugünün o gün olmasını istemiyordu, sadece o değil gökyüzü de istemiyordu. Hava kapalıydı, soğuktu... Sonra... Sonra... Hava kapalıydı işte. Bugün, 3 aydır içinde olduğu bu depresyon döneminden çıkmak için iyi bir gün değildi. Belki yarın hava güneşli olurdu, olamaz mıydı? Evet, evet. Yarın çıkacaktı depresyondan. Yaklaşık iki haftadır bu depresyondan çıkma gününü sürekli ertelediği doğruydu fakat... Bir gün daha ertelese ne olurdu ki? Evet evet. O gün yarındı. Yarın çıkacaktı depresyondan.

E peki bugün ne yapacaktı? Dışarı çıkamazdı, hava kapalıydı. Eh, zaten havanın açık ve güneşli olduğu geçen 3 ay boyunca da pek dışarı çıkmamıştı. Haftada bir-iki kez annesinin verdiği partilere uzaktan bir seyirci olarak katılmıştı. Güzel bir tabloyu seyredip kendi berbat hayatını unutmaya çalışan bir sanatsever gibi o da annesinin arkadaşlarıyla donattığı o muhteşem atmosferi dışarıdan bir izleyici olarak izlemişti.

Hayır, bugünü erteleyemezdi. Bir gün daha dayanabileceğini sanmıyordu bu işkenceye. İşte, tam da bu yüzden... Belki de şu gözyaşlarını silmeli, üzerindeki ağır yorganı atmalı, bu saçma ruh halinden çıkmalı ve güçlü bir kadın olarak ayağa kalkıp kendini odasının penceresinden atmalıydı. Evet evet. Hep bunu istememiş miydi zaten?

Fakat bu da iyi bir seçenek sayılmazdı. Annesinin evi iki katlıydı ve buradan atlaması sadece bir yerlerini kırmasına neden olurdu. Kendini yeterince aciz hissediyorken bir de başkalarının bakımına ihtiyaç duyamazdı. Bu fikri ertelemeliydi. Hem annesini, ardında kırık dökük bir ceset bırakacak kadar sevmiyor değildi. Annesi, onu o şekilde görmemeliydi.

Elini ağrıyan başına doğru götürdü ve gözyaşlarıyla tavana doğru çevirdi yüzünü. "Lütfen bana yardım et." diye fısıldadı. Elleriyle yatağın çarşaflarına tutunarak doğrulmaya çalıştı. Vücudu ona karşı direniyordu. Son üç aydır ölüm döşeği olan o yatak, bir mıknatıstı sanki. Uyanmak bugün biraz daha zordu. Çünkü vücudu bile biliyordu, bugün o gündü.

Masum bir küfür savurdu ve tüm gücüyle yatağın başına tutunarak doğruldu. 28 yıllık bedeninde, 82 yaşında bir insanın ruhunu taşıyordu sanki. Zihnindeki acı o denli ağırdı ki, vücut bunu tek başına kaldıramıyor ve bir kısmını fiziksel acıya dönüştürüyordu. Elk derin bir nefes aldı ve tüm gücüyle kendini öne doğru ittirdi. Doğrulabilmişti, şimdi sıra yataktan kalkmaktı.

"Bu ne? Ne yapıyorsun sen? Ne hale geldiğinin farkında mısın? 3 aydır kendine ne yaptığının farkında mısın? Tüm bu sorunları ayaklarına pranga yapan sensin. Şu haline bak. Prangalar ayağına uymuyor bile, henüz şişmemiş bileklerin o kadar, canın yanmamış henüz. Kendine gel artık. Hala hayattasın. Yerinde olabilmek için gün sayan kaç kayıp ruh var biliyor musun?"

Elka, hızla elleriyle kulaklarını kapadı ve yataktan fırladı. Nefes nefese kalmıştı. Fakat uyanabilmişti, yataktan kalkabilmişti. Ayakta durabiliyordu.

"Tabii ki duracaktın. Sakat mısın ki? Hayır, iki ayağın da yerinde."

Üzerine depresyon sinmiş sabahlığını omuzlarından yere attı ve başını dik tutmaya çalışarak merdivenlerden indi. Şimdi üzerinde şaşkın bakışlar hissedecekti. Sorgulayan bakışlar... Hevesi kaçacaktı. Annesinin sorularına cevap vermemek için merdivenlere geri tırmanacak, odasına kapanacaktı. Ve bir 3 ay daha o günü erteleyecekti.

Ruh Eşleri Ölmez (TAMAMLANDI)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin