3. BÖLÜM; ONUR'SUZ VE ARABASI

169 47 25
                                    

Ve şimdi bir ses duyuluyor uzaklardan, kulağımı delip geçen. Beni yokluğuna mahkum eden mesafelerin haykırış sesleri, aramıza giren denizlerin çırpınış sesleri, yüzünü göstermeyen dağların ayaklanış sesleri. Bana bilmediğim kokunu bahşediyor esen rüzgâr, bilmediğim resmini bahşediyor güzel şekilli bulutlar. Sen yoksun ama yokluğun hep burada. Ve şimdi ben, kucaklıyorum senin yerine, olmayışını. Sarılıyorum sana ait tek şeye...YOKLUĞUNA!

Sabah kalktığımda, diğer günlere kıyasla daha mutlu uyandığımı inkar edemezdim, her ne kadar belim ve ayağım ağrısa da. Aynı zamanda heyecanlı olduğum da inkar edilemezdi. Bir an önce yeni evime gitmek istiyordum. Orayı kendi istediğim gibi düzenlemek için can atıyordum.

Elimi yüzümü yıkayıp saçlarımı taradım. Ayağımda sargıyı dikkatlice açıp yeni pansuman yaptım kendi çabalarımla. Acısı bir türlü dinmiyordu ama alışmıştım. Buna da alışmıstım. Fazla beklemeden dudaklarıma vişneli nemlendiricimi de sürüp odama geçtim. Siyah kapüşonlu, geniş sweatimi ve siyah bilekleri lastikli eşofmanlarımı giyip çantamı aldım. Ayakkabılarımı da giydikten sonra asansöre yönelip evden çıktım.

Apartmandan dışarı çıktığımda Onur'a yakalanmamak için hızlı hızlı yürüyerek sokaktan geçiyordum. Görünürde yoktu. Sanırım bugün de atlatmıştım. Kapüşonumu kafama, kulaklığımı kulağıma takıp yürümeye devam ettim.

Müzik sesi beynimde gezinirken, kirpiklerimin altından geçtiğim sokaklara göz gezdirdim. Kedilere ve kuşlara yem veren Salih Amca, oğlunu okula göndermek için peşinden terlikle kovalayan Zehra Abla, işe giden eşini dış kapıya kadar yolcu eden Çiğdem Abla ve ona sarılan Cahit Abi, marketini ögrencilere tost yapmak için erkenden açan Şükran Teyze ve eşi Hüseyin Dayı...

Etrafa göz gezdirmeye devam ederken bir yandan da yürüyordum. Tam karşıdan karşıya geçecekken birden önümde beyaz ve oldukça lüks bir araba durdu. Siyah filmle kaplanmış olduğundan içine bakmaya çalışsamda göremiyordum. Karşıya geçmem gerekti ama tam ortada durmuştu. Etrafında dönmeye karar verdiğim sırada, bir el camı yavaş yavaş indirdi. Ben heyecan ve merakla bir an önce içeridekini görmeyi beklerken, sanki o bilerek acele etmiyordu.

Cam sonunda açılınca, içeridekini görmemle gözlerimi devirdim. Şaka mıydı bu? Gerçi tahmin etmeliydim. Her gün başka bir arabayla geziniyordu ortalıkta, zengin züppe. Ben cesaret hırkamı omuzlayıp dik dik yüzüne bakarken konuşmaya başladı.

"Selam bebek, atla da gidek." Dedi otuz iki dişiyle birden sırıtarak.

Cidden bu mu yani? Başka söz bulamamış mıydı? Kabus olamayacak kadar gerçekti yoksa hala uyuyor sanırdım kendimi. Düz ifademle cevap verdim.

"Seninle ancak cehenneme gelirim Onur'suz!"

"Okulda senin küçük cehennemin değil mi Selinciğim." Dedi iğneler bir ses tonuyla.

Lafım hazırdı bile. O öğretmenleri kastederek söylemişti ama benim hiçte öyle bir düşüncem yoktu.

"Doğru ya, senin olduğun yerin cennet olması imkansız zaten, Onur'suzcuğum." Bunu söylerken tıpkı onun yaptığı gibi, iğneler bir tonla söylemiştim.

Söylediklerim umrunda değilmiş gibi gülerek baktı yüzüme.

"O zaman bu cehenneme benimle birlikte gelir misiniz, hanımefendi?"

Ne kadar oynaktı bu çocuk. Son zamanlarda ne yapacağını kestiremez olmuştum. Bir iyi bir kötü oluyordu. Şu anda da onu gören, centilmenlikten kasım kasım kasılıyor sanardı.

Aslında düşününce, okula varmama daha vardı ve benim ayağım cidden ağrıyordu. Kendime hakim olamıyordum. Binip binmemek arasında giden düşüncelerimi, arabanın korna sesi bozdu.

TUVAL 1: HAYALHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin