4. BÖLÜM; BİR BABANIN ŞEKERİ İLE HAYALİNİ SATAN KIZ

115 39 60
                                    

Bir kalemin ucundaydı bütün hislerim. Zira anlatmaya mecalim kalmamıştı, mürekkebim karalıyordu yaşadıklarımı. Özlemim Kaf Dağının tepesinde mahsur kalmıştı. Ne geri geliyordu, ne de içimde bitiyordu. Her geçen gün kalbime sapladığı hançerle azadını bekliyordu.

Sabah uyandığımda, etrafımda kuşlar ötüyordu ya da ben yine uyduruyordum. Mutluydum. Ama neden içimde bir burukluk vardı bilmiyordum. Çokta umursamadım.

Artık dünyanın izin verdiği kadarıyla özgürdüm. Tabii özgürlük diye bir şey varsa ki bence yoktu. Yaptığımız her şeyin, attığımız her adımın bir kuralı vardı ve biz buna uymak zorundaydık. Dışarıda, evde, okulda, sokakta, parkta,yolda... Her yerin kendine göre kuralları vardı ve uyulması zorunluydu. Özgürlük bu olamazdı. Kurallara uymamak etik bir davranış değildi ama kurallar varkende özgürlükten bahsedilemezdi.

Yatağımdan kalkıp banyoya gittim. Saçlarımı tarayıp tepeden bağladım. Saçlarım oldukça uzamışlardı, kestirmeye niyetimde yoktu zaten. Özelliklede Onur'un saçıma yaptıklarından sonra.

Nemlendiricimide dudaklarıma sürüp banyodan çıktım. Siyah kazak ve siyah taytlarımı giyip çantamı aldım. Okula geç kalmamak için hızlıca kapüşonlu ceketimi ve dün akşam ayırdığım tuvalimi alıp evden çıktım.

Bahçe kapımın kilidini açıp dışarı geçerken kediler sokakta fink atıyordu. Güldüm. Arabaların yananında ve altında dolanıyorlardı. Hatta bir tanesi bahçemin yanında duran aracın altına girmeye çalışıyordu.

Daha fazla oyalanmamak adına önümü dönüp okula yürüdüm. Okuldan sonra da galeriye uğrayacaktım. Malum elimde çok az miktarda para kalmıştı. Kulaklığımı cebimden çıkarıp kulağıma taktım. Pinhani, "Yakında mısın uzakta mısın? Sana mecburum farkında mısın?" Diyordu.

Düşünerek yürümeye devam ettim. Acaba farkında mıydı? Ya da farkında mıydım? Gelip geçenlerin, iz bırakanların, hissettirenlerin...

Yaklaşık yirmi dakika sonra okula varmıştım. Bahçeden geçip direk sınıfa gittim.

Sırama oturduğumda Yiğit'in çoktan geldiğini gördüm. Hızını kaybetmeden arkasını döndü.

"Günaydın arkadaşların en vefalısı!" Kaşlarını çatmış sesine de ima katmıştı.

"Günaydın."

Hiç uzatmaya gerek yoktu. Sabah sabah bir Yiğit Erdem çekemezdim. Onu terslediğimi anlamış olacak ki kafasını sallayarak önüne döndü. Açıkçası artık umrumda değildi. Benden ne kadar uzak durursa o kadar iyiydi.

Öğretmenimizin de sınıfa gelmesiyle zaten ders başlamış, Yiğit' le olan olayımız ise arada kaynamıştı. Bu da benim açımdan epey iyi olmuştu.

Sınıfta ders işleniyordu ama ben pencereden dışarı bakıyordum. Sabah içimde olan burukluk hâlâ devam ediyor ve nedenini bilememek beni delirtiyordu.

Kafamı iki yana sallayıp toparlanmaya çalıştım. Yanaklarıma da biraz vurarak dikkatimi öğretmenin anlattıklarına verdim.

●●●

Monotan geçen günden sonra nihayet okuldan çıkabilmiştim. Her zamanki gibi biraz Yiğit ile, biraz hocalarımın azarlamaları ile, en çokta Onur'un başıma açtığı dertlerle uğraşmıştım.

Bu defa beni eski resim atölyesine kilitlemişti. Oranın ışığı yoktu ve içeride hamam böcekleri olduğuna eminim. Ama umarım orada gördüklerim böcek değildir. Onur fobilerimi bazen benden bile iyi biliyordu. Bu yüzden beni nasıl cezalandırması gerektiğinin farkındaydı.

TUVAL 1: HAYALHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin