Jimin, bacağına kafasını koymuş, koltukta uzanan bedenin saçlarını okşuyordu. Sonunda halsiz düşmüş ve uzanmaya ikna olmuştu. Gözleri açık, pencereden dışarıya bakıyordu kızarık gözlerle.
Jin'in iyi bir bahanesi olmasını umut ediyordu içten içe. Onları bu hale getirmesinin bir sebebi olmalıydı elbette ama bunların yanında kalbi korkuyla atıyordu ya ona bir şey olursa diye.
Evden çıkışı gözünün önündeydi. Silahı çıkardığında ilk defa ondan korkmuştu. Daha önce şahit olmadığı bakışlar görmüştü gözlerinde. Yabancı ve tehlikeliydi...
Ama ne olursa olsun o Jin hyunguydu. Bunu hiçbir kuvvet değiştiremezdi. Değil mi?
Yıllar boyunca babalık yapmıştı hepsine. Aile nasıl olunur onu öğretmiş ve rahatlıkları için kendinden bolca fedakarlık yapmıştı. Bunun karşılığını asla ödeyemeyecek oldukları için onu sadece çok sevebiliyorlardı.
Kapı önünde olan hareketliliği hissettiğinde bakışları sevgilisine döndü. Tae de hissetmiş olacak ki, odadan çıkarak hızla dış kapıya ilerlemişti.
Peşinden gitmek istese de Jungkook'un umutlanmasını ve bir sinir krizi daha geçirmesini istememişti. O yüzden olduğu yerde kalmayı seçti ve Jin'in gelmiş olmasını diledi.
Bir kaç dakika sonra kapı yavaşça açıldığında gözleri hyunguyla buluştu. Anında dolmaya başlayan gözleriyle ona baktı.
Çok yorgun görünüyordu ve yüzünde yaralar vardı. Ne kadar temizlenmeye çalışsa da kıyafetlerine bulaşmış kan lekeleri dikkat çekiyordu.
Kalbinin sızladığını hissetti. Daha önce bir çok kez kavga ederek gelmişti eve. Buna alışık sayılırlardı ama onu bu perişanlıkta görmeye alışık değillerdi. O hep çok güçlü olmuştu. Kendileri düşse bile ayaktaydı ve kalkmalarına yardım etmişti her koşulda.
Şimdi düşen kişinin Jin olduğunu görüyor ve elini uzatmak istiyordu ama bunu nasıl yapacağını henüz bilmiyordu.
Dikkatli bir şekilde Jungkook'un saçlarındaki ellerini çekti ve ne zaman kapandığına emin olamadığı gözlerine baktı.
Kafasını tuttu ve uyandırmamaya çalışarak ayağa kalktı. Serbest kaldığı anda hızla Jin'e ilerledi ve sımsıkı sarıldı kokusunu içine çekerek. Hâlâ buram buram güven kokuyordu bu adam!
Gözünden akan yaşlar bu sefer minnettarlığını yansıtıyordu. Onlara döndüğü için, hala sağlıklı olduğu için delicesine minnettardı.
"Çok korktuk hyung! Neredeydin?" diye fısıldadı kollarını daha da sıkılaştırarak.
Jin, minik bedenini sıkıca sardığı kardeşinin saçlarına bir öpücük kondurdu ve "Anlatacağım. Ama önce siz de dinlenin. Hepimiz biraz dinlenelim. Uyandıktan sonra her şeyi anlatacağım. Kafamızı toparlamamız lazım" dedi.
Jimin bunu ertelemek istemese de hyungunun yüzündeki perişanlığı görüyordu. Anlatacağı, duyacakları şeylerin kolay olmadığını anlayabiliyordu. Bu yüzden ısrar etmedi ve iki tarafa da zaman kazandırdı.
Jin kollarını çektiğinde "Çok korktuk hyung! Jungkook da çok huzursuz ve korkuyor. Bütün gece ağladı. Seni görmesi iyi olacaktır" dedi ve sessizce odadan çıktı.
Salonda olan Hoseok'u ve sevgilisini görerek yanlarına ilerledi. Hoseok'un da yüzü yaralıydı.
Kollarını Hoseok'a doladığında şaşkınlıktan kolları havada kalmıştı."Geri geldiğiniz için teşekkürler hyung!" demişti sadece.
Hoseok da kollarını küçük bedene dolarken merak edilmenin, beklenilmenin ne kadar hoş bir duygu olduğunu düşünüyordu. Daha önce tatmadığı bir duyguydu bu!
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Don't Leave Me! #Jinkook
Fanfic#Jinkook #Vmin #Sope Hayatı gece ve gündüz olarak bölünmüş bir adam. Ares! Kim Seokjin! Hangisi gerçekti? Hangisi doğruydu? En yakın dostlarını geceden korumak tek amacıydı Jin'in. Tehlike kendisi ve birbirinden değerli dostları için baş gösterirk...