Ji Yun yere yığıldığında Myung Soo elindeki bardağı fırlatıp yanına koştu hemen. Onu uyandırmaya çalışsa da hiçbir şey işe yaramamıştı. En sonunda onu kucağına alıp dışarıya çıktı. Gecenin bu saatinde zor da olsa bir taksi bulup onu hastahaneye götürdü. Giderken kime haber vereceğini şaşırmıştı. Her ne kadar yaptığının yanlış olduğunu düşünse de Dong Woo'yu aradı.
Olanları duyduğunda çılgına dönmüş gibiydi. Hastahaneye yetişene kadar kendini suçladı. Önemli bir şey olmasa bile her şey onun yüzünden olmuştu.
Myung Soo'nun durduğu koridora geldiğinde onun kapıda durduğunu gördü. Hemen yanına geldi.
"Ji Yun nerede?"
"İçerde... Hyung sakin ol. O iyi, sadece yorgunmuş o kadar. İçerde dinleniyor."
Dong Woo hemşirenin uyarılarını umursamadan içeriye girdi. Ji Yun uyuyordu ve gerçekten de yüzü çökmüştü, oldukça yorgun görünüyordu. Myung Soo da peşinden geldi. Ji Yun'un elini tuttu gece boyu Dong Woo. Kısa bir süre sonra uyanmıştı. Dong Woo'yu gördüğünde biraz olsun gülümseyebilmişti. O da gülümseyerek karşılık verdi. Daha sonra Dong Woo onu dinlenmesi için yalnız bırakırken Myung Soo'yu eve gönderdi. Her ne kadar gitmemek için dirense de en sonunda onu göndermeyi başarabilmişti.
Pek fazla kalmamışlardı hastahanede. Serum bittikten hemen sonra hastahaneden çıktılar. Dong Woo, Ji Yun'a sıkıca sarılmıştı. Koruyucu bir takınmıştı ona karşı. Bu sefer ne olursa olsun bırakmayacaktı onu. İkisi birlikteydiler, kim ne derse desin.
Dong Woo Ji Yun'u kendi evine getirmişti. Onun eşyalarına dokunmamıştı. Her şey olduğu yerde duruyordu. Ji Yun'un yatağını açtıktan sonra uzanmasına yardımcı oldu. Serum yüzünden kolu ağrıyordu.
"Bugün bu kadar macera yeter. Hadi uyu."
Uyuduktan sonra bir süre onu izledi. Sessizce bir defa daha özür diledikten sonra o da uyudu...
Sabah olduğunda Ji Yun, Dong Woo'dan önce uyanmıştı. Okul kıyafetlerini giyerken Dong Woo da uyanmıştı.
"Nereye gittiğini sanıyorsun?" sesi tehditkar ve korkutucuydu. Hemen ardından biraz yumuşayarak onun yanına geldi.
"Bugün bir yere gitmek yok, evde dinleneceksin. Dün gece ben hastahanelik olmuşum sanki. Hiçbir yere gitmiyorsun."
Ji Yun önceden ödül sayılabilecek bir uyarıydı bu ama dün gece yanında Myung Soo'nun olduğunu biliyor ve ne kadar endişelendiğini anlayabiliyordu.
"Tamam, gitmeyeceğim. Ama telefonunu ver, Myung Soo'yu arayacağım."
"Demek ki ben yokken hep onunlaydın. Kendimi aldatılmış hissediyorum, sen ona dert yanmışsındır değil mi? Arkamdan ne konuştunuz ha?!"
Eskiye dönmek o kadar da zor değildi onlar için, özellikle Dong Woo için. Ji Yun hala biraz kırgın olsa da olanların hepsini unutmuş görünüyordu. Dong Woo'nun telefonundan Myung Soo'yu aramıştı daha fazla oyalanmadan.
"Ben de seni arayıp gelmemeni söyleyecektim. Dong Woo-hyung'un yanındasın değil mi? Çı..çıkışta yanına...gelebilir miyim?"
Bunu sorarken kızardığını hissetmişti. Ji Yun bunda bir sorun olmadığını ve gelebileceğini söylerken oldukça sakindi. Ama Myung Soo mutlu olmuştu, hem de çok...
Dong Woo Ji Yun'a kahvaltı hazırlarken kapı çalıyordu ama oldukça sertti çalan. İkisi tereddütle kapıya yaklaştılar. Dong Woo en sonunda kapıyı açtığında karşısında geçen gün gelen adamları gördü. İçeriye girdiler. Ardından babası geldi.
"Sana ne söylediğimi anlamıyor musun, yoksa gerçekten aptal mısın?"
"Evet anlamıyorum. Ben Ji Yun'u göndermeyi kabul ettim. Ama çok zarar gördü. Dün hastanelik bile oldu! Bana bunun olacağını söylememiştiniz. Bundan böyle ne yaparsanız yapın onu yanımdan ayırmayacağım. İstediğinizi yapın. Şimdi lütfen çıkın buradan."
( http://www.youtube.com/watch?v=9AU9KhMMP20 bununla devam edelim.)
Bu sefer olanca gücüyle karşısında durmuştu babasının. O da bir şey söyleyememişti. Çünkü her ne yaparsa yapsın ikisinin her zaman tekrardan görüşeceklerini biliyordu. Onları kendi hallerine bırakıp oradan ayrıldı.
Dong Woo'nun dışarı çıkması gerekiyordu. Onu evde yalnız bırakacağı için biraz huzursuzlansa da yine de çıkmak zorundaydı.
"Merak etmeee! Yalnız olmayacağım, Myung Soo gelecek."
Ji Yun bunu söyleyerek Dong Woo'nun ağzına düşmüştü. Dong Woo yine pis bir kahkaha attı.
"Demek ki o kadar ilerlediniz. Bence seninle biraz daha ayrı kalmalıydık. Belki o zaman bahtsız kardeşimin bir sevgilisi olabilirdi."
"Ahh! Neden hep bunu yapıyorsun? Biz arkadaşız tamam mı?!"
"Ya ya... Ben de yerim bunu değil mi? Onun senden hoşlandığını bilmiyorsun deme! Bunu görememek için kör olmak gerekir."
Dong Woo Ji Yun'un kafasını karıştırıp ardından onun çığırışlarını bırakarak evden ayrıldı. Ji Yun kafasında oluşan karışıklığı bastırmak için kitaplara baktı.
Onlarla ilgilenirken biraz olsun kendine gelebilmişti. Zaten Myung Soo'da gelmişti. İçeriye girdikten sonra Ji Yun kahve hazırlayıp birlikte içtiler. Bitirmeye az kala Myung Soo konuşmaya başladı.
"Açıkçası ben, kendimi sevemezken, O’na tüm sevgimi verebilmişsem.
Yarın kendimi sevemeyeceğimi söyleyemem.
Her şey kötü olacak da diyemem.
Her şey güzel olacak diyemediğim gibi."Ji Yun'un dikkati onun söylediklerinde değildi. Kahvesini bırakıp ona baktı.
"Efendim?"
Myung Soo'nun yüzü düşmüştü. Bugün demişti kendi kendine. "Bugün seninle konuşacağım Ji Yun." Bütün hislerini açıklayacaktı. Her gün biraz daha artan sevgisini ona sunacaktı. Terasa çıkmayı önerdi. Ceketlerini alıp çıktılar. Myung Soo gözlerini tek bir yere sabitlemişti. Ji Yun da onunla ilgilenmiyordu. Tekrar konuşmaya başladı.
"Sensizlik çok ağır geliyor; yüreğime, gözlerime… Kabarıyor yüreğim, taşıyor gözlerimden…"
Ji Yun yine bir şey anlamamış gibi ona baktı.
"Ne oldu da böyle şair gibi konuşmaya başladın? Bir sevdiğin mi var?"
Myung Soo gülmüştü. Ama acı bir gülüştü. Ji Yun'u kendi tarafına döndürdü ve yüzünü onunkine yaklaştırdı.
"Anlamıyorsun Jang Ji Yun, anlamıyorsun..."
O sırada da bırakıp gitmişti. Biraz kalp kırıklığı biraz da rahatlamış hissediyordu. Ji Yun arkasından bakakalmıştı. Neydi şimdi bu? Dong Woo haklı olabilir miydi, gerçekten ondan hoşlanıyordu da Ji Yun görmüyor muydu?