Ji Yun gittikten sonra Myung Soo kendini suçlamaya devam etmiş nereye gidebilmiş olabileceğini düşünmeye başlamıştı. Her ne kadar Sung Jong annesinin onlara zarar veremeyeceğinden bahsetse de ikisi de korkuyordu.
Ji Yun'la birlikte kendi evlerine geri dönmüşlerdi. İstemeye istemeye sürüklendiği eve girer girmez odasına çıktı ve kapıyı sertçe kapattı. Şu an her şeyi unutmuş sadece abisine odaklanmıştı. Ona ne yapmışlardı?
Dong Woo babasının zoruyla getirildiği kapalı mekanda ayakta duruyor onun gereksiz konuşmasını dinliyordu. En sonunda bu ilgisizliğini fark eden babası ayağa kalkıp yüzüne vurdu.
"Saygısızlığının haddi hududu yok!" dedi.
"Nasıl oldu da bu hale geldin? Sadece kendinde bırakmadın, Ji Yun'a da paylaştın bazı özelliklerini. Bana bak! Bu böyle devam edemez tamam mı? İstediğin zaman çekip gidemezsin, her şeyi böylece silip atamazsın!"
"ATAMAM ÖYLE Mİ?" Dong Woo oldukça sinirliydi ve artık daha fazla tahammül edemiyordu. Avazı çıktığı kadar bağırırken konuşmaya devam etti.
"Atamam dedin, gerçekten öyle mi düşünüyorsun? Benden bazı şeylerden vazgeçmemi söylerken bunların tam tersini iddia ediyordun ama! Sen nasıl birisin ki zaten? Diğerleri gibi çocuklarının mutluluğu için değil de onları kötülüğe itenlerdensin sen. Hiçbir zaman iyi olmadın, olamayacaksın. Gerçekten, hiç değişmeyecek misin?"
Dong Woo'nun babası daha fazla dayanamayıp yüzüne vurdu. Ji Yun annesinden, Dong Woo'da babasından çekiyordu. Vuruşun etkisiyle geriye doğru birkaç adım sendeledi Dong Woo. Yere tükürdükten sonra başını kaldırdı.
"Adamlarına söylesene, eminim bundan daha iyisini yapabilirler!" Dong Woo'nun boşvermişliği ve sesinin tonu babasını daha fazla kızdırmaya yetmiş ve en sonunda iyice dövülmüştü.
Ji Yun evde pencerenin önünde durmuş iyi şeylerin olması için dua ediyordu. Elinden gelse dışarı çıkardı ama kapı arka taraftan kilitlenmişti ve bu onu kısıtlıyordu. Diğerleri olanları duymuş olmalılar ki Hoya ve Woo Hyun önde diğerleri arkada kapıya doğru yürüdüler. Kısa bir süre sonra kapı çaldı. Ardı ardına zil sesi duyulurken kimse cevap vermiyordu. Ji Yun odasının kapısını açmayı denedi ama açık değildi. Kapı defalarca çalındı ama cevap veren olmadı. Ji Yun olduğu yerden içerdekilere bağırdı ama kimseden cevap alamamıştı , çünkü hepsi gitmişti.
Pencereyi açtı. Aşağıdakilere anahtarın kapı kenarında bulunan saksının içinde olduğunu söyledi. Kapı açtıktan sonra kendi odasına gelmelerini bekledi.
Onlar kapıyı açtıktan sonra Myung Soo hemencecik içeriye girmiş Ji Yun'un yanına gelmişti. Onun iyi olduğunu gördüğünde kendini en sonunda rahatlamış yine de bir şeyler olmuş olabileceği ihtimaline karşın tekrar onu gözden geçirmişti. Ama Ji Yun bununla ilgilenmiyordu. Hemen dışarıya çıkıp Dong Woo hakkında bir şey öğrenmişler miydi onu bilmek istedi. Hep birlikte evden çıkarlarken Sung Gyu Woo Hyun'u aradı.
"Dong Woo'yu evine götürüyorum. Gelirken eczaneye girip sana mesaj atacaklarımı al."
Ji Yun iyiden iyiye telaşlandıktan sonra koşar adım çatı katına ulaştığında Dong Woo'nun yaralı yüzünü gördü. Hemen yanına geçip hiçbir şey söylemeden elinden tuttu.
"Dong Woo-ah! İyisin değil mi?" ağzından çıkanlar en iyi bu şekilde ifade ediliyordu. Sung Gyu yüzündeki yaraları temizledikten sonra aldıkları merhemleri sürmek istedi. Ji Yun ona bırakmadan kendi alıp yüzüne sürmeye başladı.
Diğerleri yavaş yavaş yavaş oradan ayrılırken Sung Gyu kalmakta ısrar etti ama Dong Woo onu da gönderdi. Biraz olsun kendine gelebilmiş üzerini değiştirmişti. Ji Yun onu beklerken dizlerini tekrar karnının içine çekmiş başını dizlerine dayamıştı.
"Çok mu korktun? Sung Gyu böyle söyledi."
Dong Woo zorla otururken umursamaz bir şekilde Ji Yun'a sordu. Cevap gelmedi. Devam etti.
"O kadar çok bağlanmasan bana? Eve geri dönsen, zor olacak biliyorum ama onlarla kalsan?"
Dong Woo ona bakmadan konuşuyordu çünkü bu konuşmayı yaparken oldukça zorlanıyordu. Ama hiçbir şey belli etmemeye çalışırken Ji Yun'un olduğu yerden doğrulup ona doğru yaklaştığını hissetmişti.
"Sen ne söylüyorsun? Oraya geri mi dönmeliyim, hepsi bu mu yani?"
Dong Woo cevap verememişti bile. Neden versin ki zaten? Ji Yun'un geri dönmesini istiyordu.
"Bunu senden o istedi değil mi? Neden peki? Hep birlikte değil miydik bir buraya gelene kadar?! Hep sen beni korurdun, bizim başka kimsemiz olmadığını söylerdin. Birlikte yaşayabileceğim tek kişinin sen olduğunu söylemiştin. Nerde kaldı bunlar? "
"Ji Yun bak... Sadece gitmeni söylüyorum tamam mı? Geçmiş geride kaldı. Onun sana söyleyeceği yeni şeyler yok. Lütfen aklını eskiyle meşgul etme daha fazla, onlar küçükken alınmış kararlardı."
Dong Woo bunları söylerken sesi çatlamıştı. Ji Yun anlamıştı. Bunu yapmasını onlar istemişti. Olduğu yerde kalmıştı Ji Yun. Çünkü kırılmıştı. Her ne kadar kendi isteğiyle söylemiyor olsa da hep birlikte olacakları sözünü çiğnemişti Dong Woo.
Güveni sarsılmıştı ona karşı ve belki söylediği sözler yüzünden uzunca bir süre acı çekecekti. Dong Woo kalkıp onun kıyafetlerini toparladı. Elindekileri ona verirken Ji Yun da Dong Woo da ağlıyordu. Ama sessizlik köprüsünü kurmuştu ikisi arasına. Ne bir söz ne bir mimik. Hiçbir şey yapamazdı Dong Woo kızkardeşi için. O giderken ne kadar acı çektiğini bilir gibi özür diledi defalarca. Ji Yun giderken ağlamıştı.
Yürümeyi tercih etti. Yoldaki umursuz insanlar ona tuhaf bakışlarını isabet ettirirken ilk defa kimseyi umursamıyordu. En sonunda çantasını oturduğu bankın kenarına koydu ve telefonunu eline aldı.
Rehberde sadece Dong Woo'nun telefon numarası vardı. İşte bu durumdan nefret ediyordu. Arkadaşları tarafından kötü duruma düşürüldüğünde arayacağı tek kişi abisi olurdu çünkü. Ama şimdi onun tarafından incitilmişti ve arayacağı kimsenin olmaması onu gerçekten üzüyordu.Ağlamayı bırakmıştı. Kalkarken aklına Myung Soo gelmişti. Geçen gün Sung Yeol onun telefonundan Myung Soo'yu aramıştı. Aranılan numaraları dikkatle incelerken onun numarasını buldu. Arayıp aramamak arasında gidip gelirken olduğu yerden bir adım bile ileriye gidememişti...
8. Bölüm Sonu