"Beni öldürdün, kaçırdın. Yetmedi şu iğrenç rahatsız kıyafetle dolaşıyorum hatrın için. Burada ne kadar kalacağım, başıma neler gelecek hiçbir şey belli değil. Bir de hapsetmeye mi çalışıyorsun?!" O anki sinirimle üzerine saldırabilirdim ama yemiyordu. Bu yüzden yalnızca çemkirmeyle yetinmiştim.
Tek kaşını kaldırdı. Bir şey der diye bekledim ama hiçbir şey söylemedi ve yürümeye devam etti.
İçimdeki ses kaçmam gerektiğini söylüyordu fakat nereye gideceğimi bilemediğimden etrafıma bakınmak dışında pek bir şey yapamıyordum.
"Kaçıp da başıma iş açma sakın. Seni hapsetmeyeceğim endişelenme. Yalnızca merkez ve eyalet prensesleri krallar ile görüşmemelidir. Yoksa krala da prensesi kendi sarayına alma hakkı doğuyor. Yalnızca seni korumaya çalışıyorum." Sözlerini bitirince bana Güneş sanki yeniden doğmuştu.
"Ne yani, Alçay beni görünce yanına alabiliyor mu?" Hızlı adımlarla yanına ulaştım.
"Aklından bile geçirme. O herif seni koruyamaz. O yüzden onunla görüşmeyeceksin."
"Ne zamana kadar beni ondan kaçıracaksın, ayrıca korunacak ne tarafım var? Prensese zarar vermeye kim cüret eder?" dedim ve saçlarımı savurdum hafif, etkisiz esen rüzgâra karşı.
Prensesliğe doğuştan adapteydim. Ama hep böyle kıyafet giyeceksem eğer köylü olmak istiyordum. Yaren'in kıyafetleri oldukça rahat görünüyordu.
"Kimse Alan'ın sahip olduğu şeylere yaklaşmaya dâhi cüret edemez. Sen de benim sarayımın içinde olacaksın. Üstüne üstlük prenses!" Sanki bir kitabın içine girmiştim. Eğer bunun gerçekliğinden emin olsam okuyucuya "Sayfaları çevirme!" diye bağırırdım.
"Ben Alçay ile görüşmek istiyorum. Bak o başına bela olmaz, ben yine burada kalırım."
Beni reddetti. Ama üzülmedim, çünkü illaki buradan kaçmanın yolu vardı.
"At binmeyi sever misin?" diye sorduğunda yalnızca sormak için sormamış olmasını umut ederek "Çok." diye yanıtladım.
"Üzüldüm. Burada hiç hayvan yaşamıyor ne yazık ki. Eğer atımız olsaydı bir tane hediye ederdim."
Somurttum ve konuşmama kararı aldım.
**
"Teyzemle konuştum. Büyü bu gece tam on ikide etkisini yitirebilirmiş. Onu on iki olmadan oradan almak zorundasın Bayard." dedi Hilal sıkıntı içinde.
"Desene balkabağı gece on ikide patlıyor. Ah, Alan'ı az çok tanıyorsun Hilal. O kızı tek başına bırakmayacağından eminim. Ama birkaç saat içinde o erkek arkadaşın Alan'ın sınırları içine varmış olur. Onunla konuşabilirsek beraber alırız oradan kızı. Bu arada kızın adı neydi?"
Bayard kendi evinin bahçesinde çimlerin üzerine çökmüş, gözlerini kapatmış Hilal ile konuşuyordu.
"Bence de Alçay ile konuşman iyi olacaktır fakat elini çabuk tutmalısın Bayard."
"Endişelenme Hilal, benim elimden bir uçan bir kaçan, biliyorsun. Hem kaybedeceğim canım dâhi yok. En fazla bu topraklardan sürülür ceza alırım." dedi ve yalandan güldü.
"Bunu sonra konuşacağız, sen önce kızı kurtar. Yemeğe çağırıyorlar, şimdi gitmem lazım. Gece haber yolla bana. Görüşürüz. Kızın adı Cesur." dedi ve hemen altın küresini yatağının altına sakladı.
"Geliyorum!" dedi ve odasından çıkıp ailesinin yanına gitti. İçi rahat değildi, belki de arkadaşı şu an acı çekiyordu. O ise burada ailesi ile beraberdi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Eski Fransa: Kule
FantasyÖlü adamlar tarafından geçmişe götürülen üç arkadaş, kendilerini hayallerinde bile olmadıkları bir yerde bulurlar: Eski Fransa. Aralarından biri Eski Fransa'nın kralı, diğeri sıradan bir köylü, üçüncüsü ise prenses olarak gözlerini açarlar. Bulunduk...