** Yaren'den **
"Hey yakışıklı." Bana dört tane birden asker dönünce ne yapacağımı şaşırıp anlık gülümsedim. Biriyle göz teması kurunca "Ben mi?" diye sordu şaşkınlıkla.
"Evet sen," El işareti ile yanıma çağırdım ve yürümeye başladım. "Gelsene benimle."
Hava aydınlanalı birkaç dakika oluyordu. Dün gece erken uyuduğumuz için yine gecenin bir vakti uyanmış ve sabahı zor etmiştim. Uykumu alır almaz kalkar, keyfiyen uyumayı sevmezdim.
Cesur'un odasından gürültü ile çıksam da ruhu duymuyordu kızın. Gönül rahatlığı ile bu kez onun giysi dolabından çiçek desenli şalvar bulup giymiştim. Üzerimdeki siyah bluzla paspal bir şekilde dolanıyordum. Ben böyleyim gariban oduncu çocuğu.
Asker hızlı adımlarla bana yetişti ve benden bir şeyler duymak istercesine kulağını yaklaştırdı.
"Seni beceri yarışlarında ok atarken gördüm." dedim. "Vurduğunu indirdin. Böyle isabetli atış yapmayı nereden öğrendin?"
Merdivenleri inmiş, arka bahçe kapısına ilerliyordum.
"Ben daha şu kadarcıkken babam gösterdiydi. Kılıç tutmasını da, at sürmesini de, ok yay kullanmasını da iyi bilirim." dedi. Sesi gerçekten gür çıkıyordu, boyu da gayet uzundu. Biraz zayıf ve çelimsiz görünse de onu diğer askerlerle boğuşurken izlediğim için göründüğü gibi biri olmadığının farkındaydım.
Bahçeye çıktığımızda ölmeden önce taktığım saç tokamı çözüp saçlarımı daha sıkı şekilde bağladım. "Bana öğretir misin?"
Asker duraksayınca arkamda kalmıştı. Ben yine de beceri yarışlarının yapıldığı o alana ilerlemeye devam ediyordum. Tabii, yarışlar bittiği için hedefler kaldırılmıştı, fakat her yer ağaç kaynıyordu. Alanın ötesinde duran ağaç kovuğu şimdiden benim için hedef olmuştu.
"Öğretirim ama niye?"
Askerin suratına döndüm. Gözlerini kocaman açmış ilk kez gördüğü bir şeye bakıyormuşçasına bakıyordu. Alan iyi ki kral olmuştu, onun sayesinde biz de krallar gibi yaşıyorduk.
"Çok soru soruyorsun asker. Sana bir ricada bulundum, kabul ettin. Bu kadar."
"Kralımızın bundan haberi olacak mı?" dedikten sonra vakit kaybetmeden az ilerideki ahşap kulübenin önüne ilerledi ve durdu. Ben de onun yanına gidiyordum. "Uyandığı zaman söylerim ben." dedim.
Kafasını sallayıp eski olduğu çok belli olan anahtarı deliğe sokup döndürdü. Kapı ardına kadar dayanmıştı. Oda apaçık ışık alıyordu, bu yüzden çok heyecanlanmıştım. Asker benden önce girip içeriden bir şeyler aldı. Elime verdi! O hep hayalini kurduğum yayı. Sandığımdan daha hafifti. Boyu Cesur kadar vardı. Bunu düşününce güldüm ve askere baktım.
"Akça ağaç."
"Anlamadım?" Eline ok ile dolu bir torba aldıktan sonra torbayı yere bıraktı ve kulübenin kapısını kilitledi.
"Malzemesi diyorum, yay akça ağaçtan çıkma. Bak şimdi, sadak zamanla durdukça sırtını ağrıtır. Ben savaşlara gittiğim zaman sadağı hep atımın yem torbasına sıkıştırırım ve atımdan inerim." dedikten sonra sadak dediği deri şeyi sırtıma asınca rahatsız olsam da ses etmedim.
"En son ne zaman savaş gördün?"
Ben bu soruyu sorduğumda o gün ok attığı yerin biraz gerisinde durmuştuk. Cevap vermedi. Derin bir iç çekip beni geçiştirdi. Zaten ben de öylesine sormuştum.
"Dediklerimi harfi harfine uygulaman gerekiyor. Aman dikkat et de gözünü çıkarma." dediğinde ona kızmıştım. Yine de söylediği şeyleri pür dikkat dinliyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Eski Fransa: Kule
FantasyÖlü adamlar tarafından geçmişe götürülen üç arkadaş, kendilerini hayallerinde bile olmadıkları bir yerde bulurlar: Eski Fransa. Aralarından biri Eski Fransa'nın kralı, diğeri sıradan bir köylü, üçüncüsü ise prenses olarak gözlerini açarlar. Bulunduk...