7

33 15 31
                                    

Bartlett dizlerinin üzerine çökmüş, endişe dolu gözlerle tepesinde duran adama bakıyordu.

Violetta ise Yaren'in arkasından kapının önüne çıktı.

"Sizin burada ne işiniz var?" dedi Yaren kaşlarını çatarak. Kimsenin onunla ilgilenmediğini görünce kendi odasına geri girdi.

Alçay küçük kılıcını çıkarmış, Bartlett'in başını bekleyen adama doğrultmuştu.

"Buradan derhal gidiyorsunuz, ben de bu şekilde başıboş eşkıya öldürme suçundan konseyde yargılanmıyorum." dedi Alçay, ve sesini yükseltti: "Derhal!"

"Biz başıboş eşkıya değiliz, kral. Bizi Alan gönderdi. Prensesi almadan dönmeyeceğiz." dedi içlerinden biri. Sayıca fazlaydılar, ve kimse onların orada olduğunu bilmiyordu.

Alçay onlarla konuşurken Cesur kapının ardına saklanmış, olup biteni duymaya çalışıyordu. Yaren de o sırada kendi odasının camından sığmayı başarmış, oradan çıkmış ve askerlere görünmeden arkalarından dolanmıştı. Alçay'a onları oyalaması için işaret verdi ve hızlı adımlarla gölün çevresini dolandı.

"Hey, merkezliler! Evlerinizden çıkın. O çok sevdiğiniz kralınız ve oduncu Bartlett tehlikede. Alan eyaletinin eşkıyaları evimizi bastı!" Yaren bağırarak gölün diğer tarafındaki evlerin arasından geçiyordu. Etrafı koca ağaçlarla çevrili olduğundan dıştan birinin buraya girmesi zordu, ama kendi kaldığı eve ulaşmak kolaydı.

Birkaç kişi hemen evinin kapısını açtı. Kimi kendi içinde, kimi de Yaren'le konuşuyordu. "Vaktimiz yok." dedi Yaren. "Ben gidip askerleri çağıracağım. Biz yetişene kadar kralı korumak zorundasınız."

Var gücüyle koşmaya başladı. Korkmuyordu, başaracaktı.

"Prensesi verirsen kimseye bir zarar gelmez. Ama eğer vermezsen," iki adım öne ilerledi. "Yakıp yıkarız."

"Kesinlikle ceza alacaksınız." dedi Alçay. Eğer olası bir savaş çıkarsa iki tarafa da ne olacağını bilmiyordu, ama konseyin kesinlikle buna karşı çıkacağının da bilincindeydi. Yasaktı. Hem merkezde yaşayan insanlar kavga dövüş nedir bilmezlerdi bile.

Ta ki gölün içinden atlarla gelen kendi halkından insanları görene kadar. O zamana kadar böyle düşünüyordu Alçay. Şaşırmıştı.

Herkes kılıcını kuşanmış, dev atlar ile suyun içinden karşı tarafa geçiyorlardı. Suyun yüksekliği iri atları boğacak gibiydi. Ona rağmen atlar da geri adım atmadan bu tarafa geliyorlardı.

"Ne yani, burada atlar var mıymış?" diye sordu kendi kendine Cesur. Ya Alan ona yalan söylemişti ya da onun eyaletinde atlar yaşamıyordu.
Gerçi orada hayvanların yaşayacağı alan da yok gibiydi.

Alan'ın askerleri birbirlerinin suratına bakmaya başladılar. Bartlett'in başını bekleyen adam da Bartlett'i ayağa kaldırdı ve kılıcı boğazına dayadı. "Bize kılıç sallayacak olursa, onu ruhunda boğarım."

Gelenler atlarından inerek küçük bir çember oluşturdular. Hepsi Alçay'ın gözlerinin içine bakıyordu, ondan emir bekliyordu.

Violetta ağlamaya başlayınca herkes dikkatini ona yöneltti. Babası için endişe duyuyordu çünkü ondan başka kimsesi yoktu. İçinde sadece prensese karşı beslediği kin onu yakıyordu. Bu, şu an babasına ve kendisine acımasından daha büyük bir duygu gibi duruyordu.

"Lütfen onlarla git prenses." dedi Cesur'a dönerek. "Yoksa senin yüzünden babamı kaybedeceğim."

Cesur gizlendiği yerden çıktı ve önce Violetta'ya, daha sonra Alçay'a baktı. "Babana bir şey olmayacak." dedi Alçay. "Prenses de burada kalacak. Sizin burayı basma hakkınız yok, işim biter bitmez bunu bildirmek için gideceğim. O kendine çok güvenen valiniz ceza aldığında size kıçımla güleceğim!"

Eski Fransa: KuleHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin