5

39 17 4
                                    

** Birkaç saat önce

"Daha kaç saat sürecek bu yolculuk? Sıkıldım."

Geldiğinden beri örf adet, adap ve kraliyet yaşamı hakkında bilgiler beynini işgal etmişti ve başı ağrıyordu.

Buradan bir an önce gitmeyi düşünüyordu.

"Az kaldı efendim," dedi Alçay'ın karşısında oturan görevli. "Varmak üzereyiz."

"Bir saat önce de böyle demiştin."

"Bunu söylemek ile görevliyim."

"Hasbinallah." dedi Alçay içinden. Arabasına binmeden önce Yaren ile konuşmuştu. Cesur'u Bell'e getirmesini söylemişti Yaren. Bir arada kalmalıydılar.

Alçay da bu niyetle gidiyordu oraya. Yoksa kendisini yerden yere vurup kafasını ezerek canını alan adamla başka işi olmazdı.

Araba bir anda durdu. Dışarıdan bağırışmalar yükseldi. Alçay da meraklı gözlerle dışarıya bakıyor, pek bir şey göremiyordu.

"Siz burada kalın efendim." diyerek kılıcını çekti ve arabadan indi.

Alçay da kendisine verilen küçük kılıcını eline alarak arabadan indi. Zaten canı sıkılıyordu, daha fazla o basık havası olan arabada kalamazdı.

Anladığı kadarıyla çevresini kendi merkezinden olmayan sivil askerler sarmıştı.

"Geri çekilin yoksa biçmek zorunda kalacağız. Bell kralının arabasını basmak büyük suçtur ve cezası ölümdür."

Adamlar birbirine gardını almış, homurdanıyorlardı.

"Hey Alçay!" dedi aralarından biri. Elinde silahı yoktu. "Seninle konuşmak istiyorum."

"Sen kimsin?" diyerek kılıcını kaldırdı ve adama doğru birkaç adım attı.

"Şey hakkında konuşmamız gerekiyor."

"Ne hakkında?"

Sinirleri geriliyordu.

"Cesur."

Duraksadı bu ismi duyunca Alçay. Elindeki kılıcı indirdi. "Sana kimsin dedim."

"Askerler, geri çekilin." Bu adam Bayard'dı ve yaklaşık bir saattir araba kovalıyordu. Daha fazla dayanamadığı için kestirmeden ilerleyerek arabanın önüne çıkmıştı.

"Hilal'in arkadaşıyım. Lütfen şimdi benimle gel, baş başa konuşmalıyız."

Bunu uyduruyor olamazdı. Alçay hiç düşünmeden askerlerine eli ile 'indirin' hareketi yaparak kılıçlarını indirtti ve yürüyen adamı takip etti.

Ardında bıraktığı askerler meraklı gözlerle ona bakıyordu ve tetikte bekliyorlardı.

"Haberin vardır. Hilal, bu gece büyünün yok olacağını söyledi. Yani Cesur kendi bedenine kavuşacak. Alan bunu öğrenirse eğer," Olumsuz enerjisi vardı, Alçay bunu hissediyordu. "Bir daha buradan çıkamazsınız." diye tamamladı Bayard.

"Desene fazla vaktimiz yok. Ah, neyse ki ben şimdi onların yanına gidiyorum." dedi Alçay ve kılıcını yerine sokup ensesini kaşıdı.

"Tek başına yapman imkansız. Eğer kızı göreceksen hemen gördüğün prensesi alma hakkına sahip olduğunu söyle. Eğer Alan zorluk çıkarırsa bir şekilde bana işaret ver. Ben de siz içerideyken arka bahçeye sızmayı deneyeceğim."

Alçay şaşırmıştı. "Sen niye kendini tehlikeye atıyorsun ki? Buna gerek yok, ben hallederim." dedi ve yürümek için harekete geçti.

Kolundan tutup durdurdu Bayard. "Savaş yasak. Savaşarak çözemeyiz. Bir şekilde kan dökülmeden bu iş hallolmalı."

"Ölülerden kan dökülüyor mu gerçekten?" dedi ve gülmeye başladı.

"Ölülerden dökülmez ama senden dökülür."

Duyduğu şeyle gülüşü yüzünde donmuştu. "Tamam, arabamı takip edin. Ne yapar eder sana işaret yollarım."

Bayard kafasını salladı.

**

"Alçay, Alan sana güveniyor. Beni buradan çıkartırsan eğer ikimize de güveni kalmaz." diye fısıldadım. Yine kalp atışlarım hızlanmış, bedenim titremeye başlamıştı.

"Cesur bu gece buradan çıkmak zorundasın. Anlamıyorsun."

"Neyi anlamıyor?" Alan bir anda aramıza girince panikle Alçay'a bakındım.

"Bir prenses kendine dikkat etmelidir. Böyle giyinerek üşüteceğini söylüyorum." Alçay gayet ciddiydi, rolcü bir insandı ve dediği her şey doğruymuş gibi geliyordu.

Bir masanın etrafına oturmuştuk. Ben Alan'ın yanına, Alçay da tam karşımıza geçmişti. Yemekler biz gelmeden hazırlanmıştı. Bugün bir şey yemediğim için elime kaşığı aldığım gibi yemeğe başlamıştım.

Alan ise yalnızca Alçay'a bakıyordu.

"Aramıza hoş geldiniz, Alçı." diye nazikçe söylemde bulununca istemeden güldüm.

Alçay gülmemişti. "Alçay." dedi. "Adım Alçay."

"Ah, tamam."

Kimse konuşmuyordu ve nedense her geçen saniye masada gerginlik artıyordu.

"Eee, Alçay krallık nasıl bir şey?" diye sordum sessizliği bozmak amacıyla.

"Güzel. Ben bunun için yaratılmışım adeta." Keyfi çabucak yerine gelmişti. Bize kendi şatosunda yaptığı şeyleri anlatıyordu.

"Ama başım çok ağrıyor." dedi sızlanarak.

"Bu işler zordur. Alışırsın." dedi Alan. Daha sonra boğazını temizledi ve "Hilal'i kaçırmaya geldiğini biliyorum." dedi.

Biz hemen Alçay ile birbirimize baktık.

"Onu şatoma almak artık hakkım. Buradan onu alıp çıksam hiçbir şey yapamazsın."

"Bak ben demiştim sana Hilal! Görüyor musun adam neler söylüyor?" diye sert bir tepki verdi Alan.

Korkmuştum. Kavga çıkarsa ne yapacaktım?

"Durun, benim için kavga etmeyin!" diyerek ortaya attım kendimi ama ikisi de sakince oturmuş bana bakıyorlardı.

"Onu giderken yanımda götüreceğim. Sen de buna sorun çıkarmayacaksın. Yoksa bedelini ödersin." dedi Alçay. İlk kez onu böyle sinirli ve ciddi görüyordum. Bu yüzden Alan'dan çok Alçay konusunda tedirgindim.

Alçay ardında bekleyen askere eli ile işaret etti. Asker de kafasını sallayıp dışarı yöneldi.

"Arabayı hazırlaması için işaret ettim. Prenses de bizimle geliyor." dedi ve kalktı Alçay.

"Seni buraya gömerim kimsenin ruhu duymaz Alçı! Defol!"

Alan da Alçay'ın yolunu kesmiş üstüne yürümeye başlamıştı

Tam o anda içeriye koşarak bir adam girdi. Alan'a bakarak "Efendim, baskın!" diye bağırdı.

Alçay keyifle güldü.

Eski Fransa: KuleHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin