Başlangıç

74 11 10
                                    

Her şey yabancıydı. Göz gezdirdiğim her yer bangır bangır buraya ait olmadığımızı haykırıyordu. Kapının girişinde küçükken babamla ceviz ağacından yaptığımız anahtarlığımız yoktu. Yan duvarda annemin resmi yoktu. Ya da yaşanmışlıklarıyla evimizin kokusu burnuma dolmuyordu. Hiç bir şey yoktu. Burası bizim değildi. Yabancıydı bu duvarlar.. Bunca yabancılığın içinde yine uzun zamandan beri bizden uzak olan mutluluğu arıyorduk. Doğru adreste olmak istiyordum.

"Çantaları buraya bıraktım abi. Ben gidiyorum. Sizi akşam 8 gibi almaya gelirim."

"Teşekkürler oğlum."

Babamla Engin arasında geçen kısa konuşmanın ardından Engin ileriye yöneldi. Bir an duraksadı ve yüzünü bizim olduğumuz kısma doğru döndürüp bir şey söyleyecek gibi derin bir nefes aldı. Gözlerimiz buluştuğunda yeniden bakışlarımı kaçırma ihtiyacı hissettim. Bu tarifi olmayan yeşiller bana iyi gelmiyordu. Oda bunu anlamış olacak ki başıyla bizi selamlayıp dışarıya çıktı ve dikkatlice kapıyı kapattı.

Yüzüm mü kızarmıştı benim? Tabi ki de hayır. Haziran ayıydı ve mevsim gereği içerisi olduğundan fazla sıcaktı. Yoksa benim yanaklarımdan ateş çıkması imkansızdı. Yani sanırım..

Şu an kafamı arkaya çevirmeye korkuyordum. Çünkü Ayça'yı tanıyorsam tam arkamda ellerini göğsünde bileştirmiş bir şekilde yüzündeki imalı gülüşüyle bana bakıyordu. Ama yukarıya çıkıp kendime bir oda seçip hazırlanmam lazımdı. Usulca geriye döndüm ve..

İşte beklediğim manzara!

"Hey domates! Yürüyebilecek misin yoksa vinç falan çağıralım mı?"

Hadi ama! Gerçekten kızarmış mıydım?

"Kitapların elimde Ayça!"

Evet yapmak istediğim tamda buydu. Ayça'yı tehdit edecekseniz kitaplarını öne sürmeniz yeterliydi. Bunu düşünerek Ayça'nın kendinden ağır olan kitap bavullarından birini yanıma çektim.

"Ellerini hemen kitaplarımdan çek. Yoksa Yaşar amcaya gidip her şeyi anlatırım."

"Ne anlatacaksın çok merak ediyorum benim bilmiş arkadaşım."

"Engin'den ne kadar hoşlandığını, yüzüne bakınca domatese dönen suratını.. Daha saymamı ister misin?"

Şu an hiç Ayça'yla laf dalaşı yapacak halim yoktu. Nedenini bilmediğim bir durgunluk vardı üzerimde. En iyisi yukarılara göz atıp biraz dinlenmekti. Ve tabi sonrasında halamlara gidecektik. Onu görmeyeli o kadar çok zaman olmuştu ki. En son anımsamak istemediğim o malum günde bizimleydi. Hem ben halamda daima annemi görürdüm. Duruşuyla, düşünceleriyle, güçlü yapısıyla aynı ona benzerdi. Annemin kollarından ayrılıp onun kollarına bırakmıştım kendimi.. Gerçekten çok özlemiştim.

"Çenen diyorum canım. Açıldı yine. Bu kadar lafı nereden buluyorsun Allah aşkına! Hem ben yukarıya gidiyorum. Merdivenden çekilecek misin yoksa vinç falan çağıralım mı? "

Donup kalmış arkadaşımın yanından geçerken gülmemek için kendimi zor tuttum. Adımlamaya başladığım büyük ve geniş merdivenlerin yarısına geldiğimde söylediklerim Ayça'ya yeni dank etmiş olacak ki söylene söylene babamın yanına, salon olduğunu düşündüğüm bölüme girdi.

Elimdeki valizimi sürükleyerek yukarıya çıktığımda yüksek bir dağı aşmış kadar yorulduğumu hissettim. Her gün defalarca bu merdivenleri inip çıkacağımı düşününce gözlerimi devirmeden edemedim.

Uzun koridorun sağında ve solunda sıralanmış 3'er oda bulunuyordu. Tam karşıda da kapısı boydan boya cam olan geniş bir balkon vardı. Duvarlarda yabancı ressamların tabloları asılıydı. Bir an onların yerinde benim resimlerimin olduğunu hayal ettim. Hayali bile ne kadar güzeldi. Belki de gerçek olurdu. Zaten buraya kötü günlere veda edip düşlerimizi gerçekleştirmeye, yağmurdan sonra çıkan gökkuşağını yakalamaya gelmemiş miydik?

Güz GülleriHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin