Cevapsız Sorular

47 9 6
                                    


Hayat sorulardan ibaretti. Nerede ne yaşayacaksınız? Umduklarınız ve yaşadıklarınız daima farklıdır. Ne zaman öleceğinizi bilemiyordunuz mesela. Aslında her gün bilinmeze gözlerinizi açıyordunuz. Hayat denen kavram içinde barındırdığı soruları ile vardı ve insanoğlu cevaplarını bulduğu takdirde yaşıyordu.

Şu an da cevaplanmasını istediğim sorularımın olduğu ve duymak istediklerimi kolay bir şekilde elde edemeyeceğim açıktı. Engin'in tavrı, duruşu ve bakışları gururluydu. Yani yanıtlarımı durumun asıl sahibinden almam çok zordu.

Meraklı ve şaşkın bakışlarımın hakim olduğu sokakta Engin'in hareket etmesiyle gözlerim onu takip etmeye başladı. Geriye doğru sert adımlarla yürüyerek az önce adamın boydan boya anahtarının izini bıraktığı beyaz arabaya bindi. Camını aralayıp bir an yeniden bana doğru baktı ve gözlerini önüne çekti. Sinirli oluşu arabayı hareket ettirişinden belliydi. Tüm olanların acısını arabadan çıkarırcasına ani bir kalkış yaparak hızla ilerlemeye başladı. Balkonumun görüş alanından çıktığında arkasında bıraktığı toz bulutu da tıpkı gözlerimden ayrılan yeşilleri gibi yavaş yavaş kayboldu.

Taşlarını bir türlü oturtamayan ve olayların arasında bağlantı kuramayan iç sesime dur demem gerekiyordu. Bütün gün boyunca bu balkonun girdabında kaybolamazdım. Bahçede çalışan iş makinesi olarak tabir ettiğim aracın yanında olan babam kulağının dibindeki gürültüden sokakta olanların hiç birini duymamıştı. Burayı kendine, bize ait bir görünüme bürüyordu ve uzun zamandır onu ilk defa bu kadar keyifli görüyordum. Böyle şeylerle kafasını kurcalamaya gerek yoktu. Ekilmekte olan güllerimize bakarak derinden, kararlı ve güçlü bir nefes alarak içeriye, odama geçtim.

Çantamı açıp giysilerimi çıkardım ve dolaba yerleştirdim. Mutlu günlerimizin nişanesi olan, annemin gül cennetinde çekilmiş fotoğrafımızı da getirmiştim. Onu da komodinin üzerine özenle bıraktım. Çerçevesine batmakta olan akşam güneşi vuruyordu. Yakaladığım umut ışığının yansıması olabilirdi. Güzel bir görüntüydü. Keyiflenmiştim. Artık akşam için hazırlanma vaktiydi.

Sıcak memleketti Antalya. Bu yüzden genellikle rahat giysiler getirmiştim.Yerleştirdiğim kıyafetlerin içinden beyaz renkli üzerinde minik mor ve siyah çiçekleri olan bir elbise seçtim. Altına da tabiki de canım gibi baktığım siyah babetlerimi giydim. Saçlarımı tarayıp saldım. Fermuarlı küçük makyaj çantamın içine elimi attığımda biraz makyaj yapmanın zararı olmadığını düşündüm. Gözlerime kalem çekip yanaklarımı bronz bir allıkla canlandırdım. Dudaklarıma da hafif bir renk vererek parfümümden boynumla ensemin sağ ve sol birleşme noktalarına birer kez sıktım. Evet bu kadar yeterliydi. Abartmaya gerek yoktu hazırdım.

Çok fazla ayakkabım yoktu. Daha doğrusu en çok sevdiklerim vardı. İki tane spor, iki tane sandalet ve üç dört tane de babet. Topuklulara karşı beslediğim antipati yüzünden hiç topuklu ayakkabım yoktu. Olmasa da pek bir şey kaybedeceğimi zannetmiyordum.

Aşağıya babamın yanına inmeye karar verdim. Saat de neredeyse yediye geliyordu. Kapının önüne çıktığımda Ayça'nın mırıldanmalarından hangi tişörtünü giyeceğine karar veremediğini anlamıştım. Tam bir tişört manyağıydı. Ona bulaşmanın yemeğe minimum bir saat geç kalmak demek olduğunu biliyordum. Bu yüzden usulca merdivenlere yürüdüm ve alt kata indim. Etrafı yabancı gözlerle tararken kulağıma gelen ufak tıkırtılara doğru ilerledim. Babam içeride evimizden getirdiği tabloyu salonun baş köşesine asıyordu.

Odaya genel olarak beyaz hakimdi. Koltuklar ve masa takımları beyazdı. Ahşap parkelerin üzerine eskitme kilimler serilmişti. Karşıda sürgülü olduğunu tahmin ettiğim havuzlu bahçeye açılan büyük bir kapı vardı. Kırmızı ve beyazı annemin beğeneceği şekilde dizdiğim tablom da buraya hayat vermişti. Kapıdan girişte göze çarpıyordu. Bu tablonun hepimiz için anlamı büyüktü. Yeri bizim yanımızdı. Yaptığımız ufak dokunuşlarla burayı her geçen dakika biraz daha bizim yapıyorduk.

Güz GülleriHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin