Hayat akıyor, zaman geçiyor. Çalışıyoruz ve genellikle yoruluyoruz. Üzerimizde ne çok sorumluluk var. Hep bir yerlere koşturuyor, bir şeylere yetişmeye çalışıyoruz. Görevlerimiz; evde olsun, okulda olsun, iş yerinde olsun hiç bitmez. Kimseye karşı bir sorumluluğumuz olmasa, kendimize karşı ve Rabbimize karşı olan sorumluluklarımız var. Ve insanın kendini bilmesi, Rabbini tanıması ulaşması gereken ilk hedefi olabilir.
Sabah namazından sonra kerahat vaktinin çıkmasını beklerken uyuya kalmış, belim ve boynum tutulmuş olarak uyanmıştım. Seccadem henüz katlanmamış halde bir kenara bırakılmış, başörtüm alakasız bir şekilde boynuma dolanmıştı. Yine güzel bir güne uyanıyordum!
Elimi yüzümü yıkayıp, ayılma egzersizlerimi yaptıktan sonra henüz bir kaç sayfasını kullandığım planlayıcı ajandamı elime aldım.
Uzun zaman sonra ajandamda bugün için hiç bir program yazılı değildi. Pazar günü olması da bunu destekliyordu. Hafta içleri, iş görüşmesi yapar ve hayatta yol bulmaya çalışan gençlerle sohbet ederdim. Hafta sonları ise genellikle arkadaşlarım veya ailemle vakit geçirirdim. Bugün içinse kimse beni bir yere davet etmemişti. Bu beni daha rahat ve mutlu hissettirmişti. Pazar günlerini kendime ayırmayı seviyordum.
Hava temiz ve güneş ışıl ışıldı. Bahar geçişi olduğu için ne soğuk ne sıcak bir gündü. Dışarı çıkmamak için hiç bir sebep yoktu.
Feracemi üzerime geçirdikten sonra uzun başörtümü de çok özenmeden bağlamakla yetindim. Dizüstü bilgisayarımı da çantama koyarak ayakkabılarımı giydim. Aileme haber vererek kendimi apartman boşluğuna attım.
Bugün bir kafeye gidip içimden gelenleri bilgisayarıma kaydetmeyi düşünüyordum. İnsanları ve çevreyi izlemek güzeldi. Her zaman bir insanı izler hayatıma kendimce yön verirdim. İnsan analizi yapmayı küçüklüğümden beri çok severdim. Bunu fark edeli bir kaç yıl olmuştu ama bu zamana kadar bu özelliğim sayesinde bir çok insanı daha kısa sürede tanır olmuştum. Bir hayvana bakar ve empati kurardım. Bugün de bunu yapmak için oldukça çok vaktim vardı.
Evimizin birkaç sokak aşağısında, ana caddeye çıkmadan hemen önce, sokağın bir kenarında yer edinmiş, balkonunda çiçek saksıları olan kahvaltı salonuna gittim. Sokak kenarında olan bu salon şehrin hovardalığına inat çiçeklerle süslenmişti.
Dışarıda temiz havada hislerimi yazmak istiyordum. Boş bir masa aramak için gözlerimi gezdirdiğimde sadece en önde ki masanın boş olduğunu gördüm. Biraz yola yakınlığından dolayı dikkat dağıtıcı olsa da mecburen oraya oturdum.
Güzel bir kahve eşliğinde insanları incelemeye başladım. Salondaki değişikliklere göz gezdirdim. Sarı benekleri olan beyaz bir kedi karşı masada ki adamın bacağına sürtündüğünde tebessüm ettim. Her şey çok huzurluydu, tâ ki ayağıma kadar yuvarlanan su şişesine kadar.
"Aa şişemiz örümcek ağına takıldı, kurtaramayız da şimdi onu"
Kelimeler hızla beynime çarpıp öfke duygumu harekete geçirdi. Bacağını boğacak kadar dar bir tayt giyen erkek ile yanında mahrem yerlerini örtemeyecek kadar kısa giyinen bir kadın vardı. Normalde kimsenin tercihlerine karışmaz kendi tebliğ edebileceklerimi ederdim. Edebiyle gelen insanla edeple tartışabilirdim, ama daha kendine bile edep gösteremeyecek kişilere ağzımı bile kıpırdatamazdım.
O an susup cahiliğiyle başbaşa bırakmak istedim. Eğer sinirli iken tartışırsam nefsime yenik düşer ve kendimi daha alt seviyelerde gösterebilirim. Bundan dolayı görmemezlikten gelmeyi düşündüm. Fakat ben bunları düşünürken benden önce cevap veren birisi olacağını tahmin etmiyordum.
"Su şişesi maymunların elinden çıktığına şükrediyordur bence"
Tanımadığım ama beni savunduğunu fark ettiğim kişinin sadece yüzüne bakıp geri önüme döndüm. Çünkü henüz edepsiz mahluk konuşmasını bitirmemişti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Su (İslâmî Roman)
EspiritualSaygıdan yoksun insanlar yanımdan ayrılınca beni savunan kişiden tarafa döndüm ve teşekkür ettim. Yüzüne bakmamaya azami gayret gösteriyordum. "Ben üstüme bile alınmamıştım yine de teşekkür ederim." "Bir müslüman olarak ben üstüme alındım." İstems...