4. Bölüm

326 47 139
                                    

🥀Bazen bir gülümseyişi, bir bakışı en içinden çıkılmaz meseleleri bir anda çözüveriyordu.

Sodom ve Gomore, Yakup Kadri Karaosmanoğlu🥀

Sandaletimin içinde ayağımı rahatsız eden taşı çıkarmak için kaldırımın kenarına eğildim. Bu sırada Emine de arkamdan koşup nefes nefese kalarak bana yetişti. Tahmin edilebileceği gibi sabah uyanamamış ve provaya geç kalmıştım. Bir daha varoluşsal sancılar yaşamadan önce saate bakacaktım, aksi halde daha şiddetli olanlara gebe kalıyordum çünkü.

Bir yerlere geç kalmaktan, randevum varsa karşımdakini bekletmekten nefret ediyordum. Kural hastası biri değildim ama düzenli sayılabilecek bir hayatım vardı. Böyle yaşamanın her şeyi kolaylaştırdığını düşünüyordum ancak provaya geç kalmak üzere olduğum şu noktada, üstelik ekipten Eleonora'yı canlandırmak isteyen başkaları eksiğimi görmek için pusuda beklerken hayatım hiç kolay değildi. Geç kaldım diye rolü benden alacak halleri yoktu belki ama yine de ellerine koz vermiş olurdum. Buse denen o kız, replikleri zaten ezberinde olan Eleonora'yı bu türlü bahanelerle üzerine alırsa, bana suflörlük yapmak kalırdı ve inanın yapılacaklar listemde sahne arkasında yer almak diye bir madde yoktu.

Acele işe karışan şeytanın adi oyunlarından biri olduğunu düşündüğüm taşı çıkarıp tekrar, bu sefer daha da hızlı koşmaya başladım. İzmir'in göz kamaştıran güneşi ve insanı canından bezdiren sıcağı altında yarınlar yokmuşcasına koşuyordum. Emine'nin bu aktiviteye zevkle eşlik ettiğini söylemek isterdim fakat bu büsbütün yalancılık olurdu.

"Sadece yarım saat geç kaldın diye prenses değiştiremezler. Allah aşkına yavaşla dalağım şişti artık!"

Hızımı biraz bile kesmeden koşmaya devam ettim. Kusura bakmayın ama o kadar hazırlandıktan sonra oyunculara replik hatırlatacağıma, ayağımı kaybetmeyi tercih ederdim şu an.

"Benimle gelmek zorunda değilsin. Yorulduysan eve dönsene."

Kelimelerin yarısını hali kalmadığı için tükürürcesine söyleyerek cevap verdi.

"Sana yıldızlı geceler dileyen yakışıklıyı görmeden ölmeyeceğim. Tanışırken kalp krizi geçirme riskim olsa bile."

Laf yetiştirecek mecalim olmadığı ve okuma provası yaptığımız geçen günkü kafeye çok yaklaştığım için Emine'yi umursamadım. Sadece bir dakika sonra, ellerim dizimde ve dilim dışarıda, yorgunluktan perişan olmuş halde girdim içeri. Bereket versin ki masadakiler ilgiyle önlerindeki metine bakıyordu da mekandan içeri kırmızı bir domatesin girdiğini farketmediler.

Kapıda birkaç saniye nefesimi toplayıp saçımı düzelttikten sonra yanlarına yaklaştım. Tahmin ettiğim gibi çoktan başlamışlardı. Bana ayrılan yere sessizce otururken, varlığımın farkına varan ilk kişi Semih oldu.

"Geç kaldın, bir sorun yok değil mi?"

Mahcup olmuş bir şekilde dudaklarını birbirine bastırdım.

"Kusura bakmayın, uyanamadım."

"Gece eğlenceli geçti galiba." diye araya giren Oğuz'du. Sesinde gereksiz bir ima mı vardı yoksa fazla adrenalin beynimi sulandırdığı için bana mı öyle geldi bilemedim. Başımı ona çevirip manasız bir bakış atmakla yetindim sadece.
"Gece diyorum, canın aradı ya. Baya eğlendin galiba uyanamadığına göre."

Göz devirerek yanıtladım saygıdeğer rol arkadaşımı. Gecemi renklendiren de, buraya geç kalmama neden olan da dolaylı yoldan kendisiydi ama bundan bahsetmedim.

"Ne demezsin. Emine de inanılmaz eğlenceli bi insandır zaten."

Ela gözleri mükemmel bir buluş yapmışcasına parladı. Bütün yüz kasları ritmik hareketlerle gevşedi, dudaklarından uzun bir soluk çıktı ve ben hepsine teker teker şahit oldum. Dikkatli bakan birinin Oğuz'un yüzüyle çizdiği tabloları kağıda dökebileceğine inanıyordum. Mimiklerini tam hakimiyetle kontrol ediyordu çünkü.

Yine Yaz GelecekHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin