Patikaya girince biraz daha inceleme fırsatım oldu. Yolun iki yanındaki ağaçlar yükseliyordu ama bir gariplik vardı. Ağaçların dalları birbirine çok yakındı ve sanki dallardan bir yol oluşmuş gibiydi. Çıkılıp çıkılamayacağını düşünerek patikanın sonuna kadar gittim. En sondaki ağacın dibine oturup okyanusu izlemeye koyuldum.
Mia'nın söylediklerini düşünüyordum. Kendinden oldukça emin konuşuyordu. Ancak ben asla böyle bir şey yapmazdım ki. Gerçi bunu söylemek saçma olur çünkü kendimi henüz 6 gündür tanıyordum 2 gününde de baygındım. Tüm bunları düşünürken geçmişimin nasıl da karanlık olabileceğini düşündüm. Ne olmuş olabilirdi ki? Her ne olduysa Mia'nın hissettiği nefret barizdi. Düşüncelere fazla dalmışım ki Ed'in geldiğini duymadım bile.
"Senin ona çalıştığını sanıyor."
Sesi duyunca irkildim. Şaşkınlıkla arkaya baktım.
"Efendim?"
"Ona, yani Serox'a. Hakkında bir bilgin yok mu? Notlarda yazmıyor muydu?"
"Hayır. Herhangi bir bilgim yok."
"Serox, karabüyü de diyebilirsin, neredeyse saf kötülükle dolu bir... şey. Belli bir cismi yok. İnsan silüeti şeklinde dumanlar halinde göründüğü söyleniyor. Mia'nın köyüne saldırdığında Mia silüetin içinde yüzünü görmüş. Senin yüzünü. Başta senin o yani Serox olduğunu sandı ama şimdi onunla iş birliği yaptığını sanıyor."
"Nasıl olabilir? Hayatımda ilk defa duyduğum biriyle nasıl iş birliği yapabilirim ki?"
"Unutma ki geçmişini hatırlamıyorsun. Geçmişinde bir bağlantın olmuş olabilir. Bunu yanlış anlama sana güveniyorum. Ama Mia gerçekten zor anlar geçirdi. Doğduğu, büyüdüğü yer gözü önünde yok oldu."
"Benim doğup büyüdüğüm yer diyebileceğim bir yer yok."
"Biliyorum senin durumun daha kötü ama biraz süre tanı. Zamanla seni kabullenecektir."
"Umarım."
Kalkıp beraber kulübelere doğru gittik. Bana dönüp:
"Avlanmamız gerek. Ok atabilir misin?"
"Sanmıyorum."
"Bıçak falan da olur. Ne olur ne olmaz. Elin boş olmasın yeter."
Patikayı bitirip bayırdan aşağı indik. Mia masanın yanına oturmuş, parkamları arasında bıçak çeviriyordu. Bizi görünce ani bir hareketle bıçağı fırlattı. Bıçak masaya saplandı. Ed Mia'ya seslendi:
"Avlanmaya geleceksin değil mi?" başıyla onayladı. Kulübesine doğru gitti. Döndüğünde elinde yay, sırtında ise ok dolu bir sadak vardı. Saçlarını arkasında toplamıştı. Sadece bir tutamı hafif alnından sarkıyordu.
"Arkamızı kollasak iyi olur." dedi bana bakarak. Ed'in dediğini yapıp cevap vermedim. Ama sözleri beni ciddi anlamda kırıyordu. O sırada yanıma bıçak almayı unuttuğumu fark ettim. Kulübeme doğru gidip hızla çantadan hançer ile hançeri yerleştirmek için kemeri aldım. Ardından yola çıktık.
Patikanın olduğu bölgenin tersine doğru gittik. Orada ağaçlar oldukça sıktı. Mia önde, Ed ile ben arkada yavaşça ilerliyorduk. Ed de yanına ok ve yay almıştı. Okunu yayda hazır tutuyordu. Bir süre daha ilerledik ve Mia bir anda durdu. Yayını yavaşça gerdi. Okun hizasına bakınca oldukça büyük bir tavşan gördüm. Ed'i dürtüp tavşanı gösterdim.
Keşke öyle yapmasaydım.
Bir anda heyecanla yayını gerip bıraktı. Ok tavşanın kulağını sıyırdı. Tavşan bir anda irkilip kaçmaya başladı. O sırada Mia son bir çareyle yayını bıraktı ama ok tavşanın hemen yanındaki ağaca saplandı. Bunun üzerine bir anda fırlayıp tavşanın peşinden koşmaya başladı. Ben de peşinden koşuyordum. Bir süre sonra onu geçtim ve tavşanı gördüm. Bir anda bıçaklardan birini kemerin cebinden çıkarıp hızla fırlattım. Tavşan bir anda yuvarlanmaya başladı. Şaşkın bir şekilde bıçağı fırlattığım yerde kaldım. Mia yanımdan geçti. Tavşandan bıçağı çıkardı. Yandaki ağaçta temizledikten sonra bana uzattı. Yüzüme bakmadan:
"İyi iş." dedi. Ardından Ed'e dönüp:
"Neden beklemeden fırlattın oku? Acelemiz yoktu. Az kalsın yemekten olacaktık."
"Ne bileyim bir anda boşta bulundum. Bir daha olmaz."
"Her neyse. Olmayacağını da biliyorum zaten."
Kulübelere vardık. Yavaş yavaş akşam olmaya başlamıştı. Ateşi kendim yakacağımı söyleyip çakmağı aldım ve kuru çalı topladım.
Ateşin başıda oturmuş etin kızarmasını izliyorudum. Huzurluydum. Ateşin yarattığı her çıtırtı ruhumu dinlendiriyordu. Hala aklımda sorular vardı. Bu sefer rahatça düşündüm. Gördüğüm rüyanın gerçekle bağlantısı olup olmayacağını, geçmişimde neler olmuş olabileceğini ve bunlarla bağlantılı binlerce soru vardı ama rahatsız etmiyordu.
Etin yeterince kızardığından emin olunca masanın başına gittim. Ed ile Mia tabak çatal vs. hazırlamış konuşuyorlardı.
Tavşanın yarısı bittiğinde herkes doymuştu. Mia kulübesine çekilince Ed ile başbaşa kaldık. Bu sefer sessizliği ben bozdum.
"Bana hayatından fazla bahsetmedin."
"Hiç sormadın ki." dedi sırıtarak. Sonra anlatmaya başladı. "Kimsesizler yurdunda büyüdüm. Orada hep dışlandım. Herkes tarafından. Herkes bana 'garip' diye bakıyordu. Okuma ve yazmayı kendi imkanlarımla öğrendim ve zamanımı kütüphanede geçirdim. Filozoflarla ilgili kitapları daha çok seviyordum. Fikir yapım da öyle gelişti. 6 yaşındayken sorunsuz okuyordum. Herkes bunu inanılmaz buluyordu. Ama bu beni daha garip bulmamalarına ve benden daha çok uzaklaşmalarına sebep oldu. Sonunda Marissa diye bir kadın beni evlatlık edindi. Bana üvey anneden çok, bir arkadaşmış gibi davranırdı. Bana kılıç kullanmayı da o öğretti. Kehaneti de ondan öğrendim. Beraber felsefe kitapları okurduk. Sonra gitmek zorunda olduğunu söyledi. Bana buraya gelmem gerektiğini söyledi. Nedenini söylemedi. Sadece burada güvende olacağımı söyledi. Geldiğimde Mia ile tanıştım. Beraber yaşadık. Toprağı hissettiğimi de burada fark ettim. Yaklaşık 4 ay oldu ki şimdi sen buradasın."
O kadar kıskanıyordum ki. Bir geçmişi vardı. Anıları vardı. Benimse hiçbir şeyim yoktu. Sadece yaşıyordum. Soru işaretleriyle dolu, eskisi olmayan bir yaşam.
Daha konuşmadık. Kulübelere ayrıldık.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KARANLIK: UYANIŞ
FantasyKaranlık. Geçmişim karanlıktan ibaret. Işık tutarsam ne göreceğim? Güzel bir mazi mi? Yoksa yine karanlığın kendisi mi?