6

111 13 0
                                    

(Jughead)

Betty koşarak sınıftan ayrıldığında korku ve şaşkınlık içinde Şerif'e bakıyordum. Yanıma geldi. Ellerimi uzatmamı istedi. Bense sadece dediklerini yaptım. Soru soramadım. Bu benim suçum değildi.

Karakola gelene kadar konuşmadım. Bir avukata ihtiyacım vardı. Kendimi korumak ve suçsuz olduğumu kanıtlamak için. Karakola geldikten sonra babamı da çağırdılar. Betty ise hala gelmemişti. Sonunda konuşabildiğimde Şerif'in yanına gittim.

"Kanıt mı bulundu? Beni nasıl suçlayabiliyorsunuz?" dedim.

"Evet, kamera kayıtları geldi. Hepsini göstereceğim. Babanın da görmesi için bekliyorum." Dedi.

Kamera kaydı nasıl suçlu olduğumu kanıtlayabilirdi? Ben evden çıkmamıştım bile. Ben bunları düşünürken babam ve Betty'nin karakola girdiğini gördüm. İkisi de çok kötü görünüyordu.

"Kanıt bulunmuş." Dedim onlar sormadan.

"Ama... bunu sen yapmadın. Nasıl kanıt bulabilirler?" dedi Betty.

"Şerif gösterecek. Gelin." Dedim ve Şerif'in yanına gittik. Bizi bir bilgisayarın önüne oturttu.

"Bunlar kamera kaydı. İzleyin." Dedi. Sonra da kalitesi berbat bir video açtı. Bir süre hiçbir şey olmadı. Boş Riverdale sokağıydı. Ama sonra biri çıktı. Benim berem, benim ceketime sahip biri. Kameraya arkasını dönmüştü ve yüzü görünmüyordu. Benimkine benzeyen saçları vardı. Sonra dikkatim eline kaydı. Elinde de bir bıçak vardı. Dikkatlice izliyordum. Yürüdü ve kameranın kadrajından çıktı. Kendimden şüphe duydum. Bendim o işte. Ethel'ın evine doğru giderken kameraya yakalanan bendim işte. Kendimde değil miydim? Bunu yaptım mı?

"Bir de cinayet saatinden sonra bir kayıt var." Dedi Şerif ve saati ilerletti. Yine bir süre bekledik. Sonra aynı kişi bu sefer kameraya önünü dönmüş şekilde yürüyordu. Ama yüzü görünmüyordu. Bu ben değildim. Olmamalıydım. Gece saatlerinde çekilmesi ve kalitesiz bir kamera olması yüzünden adamın yüzü görünmüyordu. Bu ben miyim? Sürekli bunu düşünmeye başladım. Bir olduğumu bir olmadığımı düşünüyordum. Kanıt vardı işte. Babama baktım. Yüzünü ellerinin arasına almıştı.

"Ben senin böyle bir şey yapabileceğini düşünmezdim." Dedi ve ayağa kalktı.

"Cezanı çekmelisin evlat." Dedi ve gitti. O kadar canım acımıştı ki. Bağırıp etrafı yumruklamamak için zor duruyordum. Betty'ye baktım bu sefer. Ağlıyordu.

"Bize iki dakika verebilir misiniz?" dedim. Şerif odadan çıktı.

"Ben... bana yardım et." Diyebildim.

"Bunu sen yapmadın. Yapmadın, değil mi?" dedi.

"Ben... yapmadım. Ben neden birini öldüreyim? Beni tanıyorsun..." dedim. Yanına yaklaştım ve ellerimle yüzündeki yaşları sildim.

"Sana yardım edeceğim. Ama şimdi ne olacak? Hapse mi gireceksin? Avukat mı tutmalıyız? Ne yapacağız?" dedi.

"Avukat tutmalıyız. Kendimi savunmalıyım ve zaman kazanmalıyım. Hem bu kanıtta yüzüm görünmüyor değil mi? Belki de girmem. Eğer gidersem kendine iyi bak, tamam mı?" Dedim ve ona sarılıp öptüm. Belki de bu bir sondu. En azından son kez öpmüş olurdum. O sırada biri kapıya vurdu.

"Gelebilirsiniz." Dedim. Şerif içeri girdi.

"Dediğim gibi otopsi sonucu geldi. Cinayet saatleri bu kamera kaydıyla uyuyor. Bu yüzden seni hemen tutuklayabiliriz. Ki bunu yapacağız." Dedi. Ve bana yaklaştı.

"Eğer bir avukat istersem?" dedim.

"Bak bu işleri sadece zorlaştırır. Güven bana sana güzel bir anlaşma sunacağız. Gerçekten işleri zorlaştırmak istemezsin." Dedi.

Beni tehdit ettiği çok açıktı. Hiçbir şey söyleyemedim. O kadar üzgündüm ki eğer yalnız olsaydım ağlayabilirdim de. Ama güçlü olmalıydım. Betty için... kendim için. Elimi Betty'nin elinin üzerine koydum. İkimiz de paramparçaydık. Bana baktı ve veda etmeye hazırlandı ama onu durdurdum. Ona veda etmekten nefret ediyordum.

 Ona veda etmekten nefret ediyordum

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

Sadece "İyi olacağım." Dedim ve ayağa kalkıp odadan çıktım.

(Betty)

Hiçbir şey yapamadan sevgilimin hapse girmesini izledim. Şerif onu neredeyse tehdit etmişti. Ağlamamı durduramıyordum ama zayıf görünmek istemiyordum. Yıkılmıştım. O sırada telefonum çaldı. Odadan çıkıp tuvalete gittim. Cebimden telefonu çıkardım. Ve arayan oydu. Gizemli kişi. Tam sırasıydı. Ağlamaklı sesimi umursamadan açtım.

"Ne istiyorsun?!" diye bağırdım.

"Sevgiline veda etmiş gibisin. Hayatından gitti. Hem o zaten seni haketmiyordu değil mi? Kendi gözlerinle gördün. O bir katil. Hala ona inanmaya devam mı edeceksin?" dedi.

"Yoksa... sen mi yaptın lan bunu?!" dedim.

"Beni suçlaman ne kadar kötü. Ben sadece senden bir şey isteyecektim. Sevgilinin peşini bırak. Onun suçlu olduğunu ikimiz de biliyoruz. Cezasını çekmeli. Eğer hala onun suçsuz olduğunu düşünüp aramaya devam edersen kız kardeşinin durumu kötüye gider. Anlaşıldığını düşünüyorum." Dedi. Beni Polly'ye zarar vermekle tehdit ediyordu. Ona bir şey olmasına asla izin vermezdim.

"Tamam..." dedim. Telefon kapandı. Ellerimle duvardan tutundum. Ayakta duramıyordum. Başım döndü ama dengemi bulmaya çalıştım. Sonunda kendime geldiğimde karakoldan çıkıp eve yürüyordum. Sanki sonbaharda ağaçtan kopup yere düşen bir yapraktım. Yavaş yavaş yere iniyordum ve nereye düşeceğim belli değildi. Bir rüzgara ihtiyacım vardı. Düşüşümü engelleyip başka bir ağaç dalına ulaşmamı sağlayacak büyük bir fırtınaya ihtiyacım vardı.

"Betty!" Bana seslenen bu cümleyi duyduğum anda olduğum yerde kaldım. Bu annemdi...

Siyahla Beyazın Dansı ||Bughead||Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin