"Şu demiri sıkı tut." diye azarladı beni Brianus. Ben ve yeni ustam Brianus örsün önünde demir dövüyorduk. Demirci dükkanının içi, harlayan ateş yüzünden çok sıcaktı. Alnımda boncuk boncuk ter birikmişti.
"Tutuyorum zaten Bri."
"Lakap takacaksan bari başına usta ekle de insanlar senin ne kadar saygısız bir velet olduğunu bilmesin." dedi homurdanarak.
Elimdeki devasa ayarlı pense ile akkor bir metal parçasını tutuyordum. Bri çekiciyle vurdukça düzleşiyor, giderek daha çok bir kılıca benziyordu. Dövülemeyecek kadar soğuduğunda ise tekrar ısınması için fırına koyuyorduk.
Sert bir çekiç darbesiyle metal biraz kaydı ve şekli azıcık da olsa bozuldu.
"Sana şunu sıkı tut dedim."
"Yeteri kadar sıkı tutuyordum zaten."
"Demek ki yeterince sıkı değilmiş ki kaydı!"
"Sende çekiçle abanma. Nazik bir iş yapıyoruz burda, sanatımızı icraa ediyoruz."
"İşimi bana mı öğretiyorsun seni Spabima yavrusu. Senin yüzünden artık kılıç pürüzsüz değil." dedi kızarak.
"O senin titrek ellerin yüzündendir." dedim nefesimin altından.
"Yaşlı olabilirim ama o kadar da yaşlı değilim. Kulaklarım hala duyuyor. Şimdi konuşma da sıkı tut, yoksa tuttuğum bu devasa çekiçle yanlışlıkla elini ezebilirim." dedi Usta Bri.
Bri 'nin demir atölyesinde çalışmaya başlayalı sadece 3 hafta olmuştu ama bu kısa sürede birbirimize çabucak alışmıştık. O kadar alışmıştık ki hemen hemen her gün karı koca gibi kavga ediyorduk. İkimizinde doğası gereği bir inatçılığı ve sivri dili vardı. Bu yüzden sürekli burun buruna gelip atışıyorduk.
Şuanda üstünde çalıştığımız parça, bir Asilin kırılmış kılıcıydı. Her ne kadar sıfırdan yeni bir kılıç yapmamız gerektiği konusunda ısrarcı olmuş olsakta, adam eski kılıcını yediden dövülmesini istiyordu. Tabi bu da kılıcı eritip hammadde yapmak, sonra şekillerdirip tekrar dövmek demekti. Kısa sürebilecek bir iş iken iki kat uzaması ikimizin de sinirlerini bozmuştu. O yüzden birbirimize sataşıp duruyorduk.
"Şuraya da birkaç vuruş yaptık mı..." kılıcın kenarlarına ardı ardına birkaç çekiç darbesi vurdu.
"Tamamdır. Şimdi git bunu yağa sok. Yarın ilk iş bileyle ve cilalayıp sahibine ulaştır." dedi kılıcı bana uzatarak.
"Neden şimdi yapmıyoruz?" dedim. Yarına bırakmak çok mantıklı değildi çünkü asil kılıcını yarın bekliyordu. Eğer bir aksilik çıkarsa teslimatta gecikme olurdu.
"Çünkü yoruldum. Ve de sıkıldım. Kafama esti bırakıyoruz işte. Keyfimin kahyası mısın?"
"Senin kadar ünlü bir Demirci'nin daha çalışkan olmasını beklerdim. Haftada iki ya da üç silah yapıyorsun."
"Piyasayı kontrol ediyorum. Talep fazla ama silah az. İnsanlar istediklerine ulaşmak için para yarıştırmak zorunda kalıyor. Yani beni zenginleştiriyorlar. Ticaret işte, veletler anlamaz." dedi elindeki çekici masaya bırakırken. Aslında dediği doğruydu. Her ne kadar ben ticaretten anlamasamda Bri alıyordu. Bir tüccar ailesinden geliyormuş ve hayatının ilk yıllarında tüccarlık yapmış.
Elimdeki kılıcı yağ fıçısının içine soktum. Hala sıcak olduğundan dolayı yağı fokurdattı. Kabzasını kancaya asıp yağın içinde yüzmeye bıraktım. Atölyede birkaç derleme toplama daha yaptıktan sonra dükkanı kapatmaya hazırdık. Camdan dışarı baktım ve güneşi göremedim. Çoktan akşam olmuştu. Umarım Akademideki yemeği kaçırmazdım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Walsha Akademisi: Gölge İblisi
FantasyHala anlamıyorsun değil mi? Seni öldürmek istesem şuan şu saniye öldürebilirim ve getirdiğin o kılıcın da sana hiçbir faydası olmaz. Ben neyim biliyor musun West? Binlerce yıl boyunca insanlar bana birsürü isim taktı. Gölge, iblis, diábolus, lucifer...