ali: yine gelmedin kursa
ali: bir problem mi var gül?
gül: hayır, midemi üşüttüm sanırım
ali: çok mu ağrıyor?
gül: evet ama daha çok bulanıyor
gül: pek gelebilecek gücüm yoktu
ali: yanında kim var?
gül: kimse yok
ali: nasıl ya?
ali: berfin gitti mi?
gül: o ailesinin yanına gitti birkaç günlüğüne
ali: sen teksin yani şuan?
gül: yok, cinlerle takılıyorum öyle ya
gül: tekim ali
ali: bu hiç hoşuma gitmedi ama
ali: ne yapıyorsun şuan?
gül: yatmaktan ve kusmaktan başka bir şey yapamıyorum
ali: hava da karardı
ali: tek başına korkmuyorsun değil mi?
gül: biraz
ali: sevgilin olacak o dallama nerde peki sen hasta yatarken?
gül: işi var
ali: senden daha önemli ne işi olabilir ki?
gül: işi var işte ali uuuf
ali: neyse
ali: sana tuzlu bir şeyler getireceğim, ve bir de nane limon çayı.
ali: tuz bastırır mide bulantısını
ali: tek yapman gereken getirdiklerimi alman ve su kaynatman
gül: bunları yapmana gerek yok saçmalama
ali: gerek var mı diye sormadım
ali: gelince kapıyı tıklatırım
gül: seni görebilecek miyim peki?
ali: nooo
gül: peki :'(
ali: beni kandırmaya çalışma, yemezler gülüm
gül: tamam ya
ali: boş yaptın, geliyorum
gül: tamam, gel
ali: koşa koşa :')
Ali, kendi elleriyle hazırladığı ferah, bol tuzlu çorbayı ve sallama nane limon çayı poşetin içine özenle koydu. Bir yandan da kendi kendine söyleniyordu.
"Hayır bir insan niye hiç ilgilenmez ki sevgilisiyle? Bak sevgili lafını bile diyorum kendi kendimi boğacağım şimdi."
Poşeti hazırladıktan sonra biraz düşündü ve birkaç tane daha nane limon çayından koydu.
"Şimdi bu kızın evinde bundan da yoktur. Sağlıklı hiçbir şey yok ki zaten evinde. Kansızlıktan geziyor öyle bembeyaz, ruh gibi."
Montunu giyindikten sonra hızlıca evden çıktı ve yüzünden silinmeyen bir gülümsemeyle Gül'ün evine kadar yürüdü. Zaten çok uzak değildi.
Kapısının önüne gelince elini kalbine götürüp bastırdı. Yersiz bir heyecana kapılmıştı yine. İçerinin ışığı yanıyordu. Elindeki poşeti kapının önüne koyup iki kez kapıyı tıklattı ve hemen koşarak evin yan tarafına kaçtı.
Nefesini tutarak beklediği birkaç dakikadan sonra kapı açıldı ve poşetten yükselen hışırtılar duyuldu. Gül, poşeti alıp içine bakınca derince iç çekmeden duramadı. O içini çekti, Ali nefes aldı.
"Teşekkür ederim, Ali."
Ali, sırtını yasladığı duvara avucunu daha da bastırıp gözlerini sımsıkı yumdu. Sesini günlerdir böyle canlı duymuyordu.
Gül, içeri geçince hala sıcak olan çorbayı gözleri dola dola içti. İlk defa birisini onun için bu kadar emek sarf ediyordu. Boğazında yumru, göğsünde sızıyla çorbayı bitirdi ve zor bela nane limon çayını da hazırlayıp koltuğuna tekrar yattı.
O sırada Ali yine yalnız bırakmamış, evinin camından onun silik görüntüsünü izliyordu. Nasıl bırakırdı ki? Çok karanlıktı ve tekti.
ali: korkma sakın tamam mı?
ali: evinin önündeyim, gitmiyorum.
Gül telefonu titreyince hemen eline alıp mesaja baktı. Kaşları istemsizce çatılmıştı.
Ali fısıldadı, "Çatma kaşlarını, gül yüzlüm."
gül: ali bu kadarına gerek yok, lütfen gider misin?
gül: mahcup oluyorum
ali: mahcup falan olma
ali: seni böylece tek bırakıp gidersem aklım burada kalır o yüzden hiç zorlama ve huzurla çayını iç ve uyu gülüm
gül: oof, pekala
gül: tekrar teşekkür ederim
gül: bana çok güzel hissettiriyorsun.
Ali, soluğunu tutup mesaja görüldü bırakmakla kaldı sadece. Bu kız son zamanlarda neler diyordu böyle? Nasıl da oynuyordu kalbiyle.
Ali duvara sinmiş bir şekilde, buz gibi havada aşığını bekleyen maşuk gibi sabaha kadar Gül'ün evinden ayrılmadı.
...
Ali'ye bir kalp bırakmamız yok mu :)

ŞİMDİ OKUDUĞUN
before you go.
Random"Denizleri getirdin bana. Artık öl desen de kayıtsız kalamam ben sana." @texting