on

591 76 39
                                    

Mrb arkdaşlr ♡

🍎

Sabah annemin bağırışıyla saat 6'da uyandım. Yatağımda örtünmeye bile zahmet etmemiş, bütün gece üşümüştüm. Bu yüzden sabah hapşırıklar içinde uyanmıştım. Uyku sersemiyle ne olduğunu anlayamadan kapıya yöneldim. Merdivenden aşağı baktığımda tüm hizmetçiler telaş içindeydi. Oradan oraya koşturuyor, sanki önemli bir şeyler için hazırlık yapıyorlardı.

"Ne bu tantana sabah sabah."

Diye homurdandım. Gözlerimi ovalayarak yavaş yavaş merdiven basamaklarını inmeye başladım. Kimse beni fark etmemişti. Önüme gelen bir hizmetçiye neler olduğunu sordum. Bana "Birazdan Jinju'dan misafiriniz geliyor efendim. Babanızın özel talimatı, onu en iyi şekilde karşılamamızı istedi. Siz neden bu kadar erken uyandınız? Ah yoksa çok mu ses çıkardık? Bağışlayın efendim böyle olsun istemezdim." Dedi.

Kafasını eğip özür dileyecekken onu durdurdum. Bu kadar saygıya gerek yoktu. Üstümdeki pijamaları aldırmadan mutfağa yiyecek bir şeyler bulma umuduyla gittim. Ama bir şey bulamayınca odama geri çıkma kararı aldım. Tam o sırada kapının zili çalmıştı. Şu meşhur misafirimiz gelmiş olmalı diye düşündüm. Kapıyı açan olmayınca gidip ben açmak istedim.

Geniş koridorda ilerleyip kapının yanına vardım. Kapıyı açınca karşılaştığım kişiyi beklemiyordum. Birden gözlerim dolmaya başladı. Hem şok olmuş hem de sevinmiştim. Ona sarılamamıştım bile.

Kapının diğer tarafındaki kişi de aynı hisleri paylaşıyor olsa gerek o da ağlıyordu. Elindeki valizi bırakıp bana sarıldı. Yarım saat belki de bir saat birbirimize sarıldık. O benim için arkadaştan fazlaydı. Kardeşim gibiydi. Seul'dan Jinju'ya taşındıkları zaman günlerce ağladığımı hatırlıyorum. Ahh o günler hayatımın en kötü günleriydi.

Onun kollarından ayrılınca yüzüme bir gülümseme yerleştirdim. O ise elleriyle saçımı karıştırdı. Ağlak sesiyle konuşmaya başladı.

"Hiç değişmemişsin minik tilki."

Minik tilki... unutmamış. Küçükken pek iyi bir şekilde tanışmamıştık. Sürekli onu rahatsız eder planlar kurup babasına şikayet ederdim. O da bana bu ismi takmıştı. Mutluluktan zaten zar zor durdurduğum gözyaşlarım tekrar akmaya başladı.

"Eee beni içeri davet etmeyecek misin?"

"Ah pardon."

Diyip kenara çekildim. Hizmetçiler gelip onun valizini aldı. O ise evin içerisini inceledi.

"Vay be her şey bıraktığım gibi hala."

Gülümseyerek bana döndü.

"En sevdiğin arkadaşını pijamayla mı karşılıyorsun?"

Üstüme bakıp kaşlarımı çattım. Bana haber vermeliydiler.

"Bana senin geleceğini söylemediler. İnan bana söyleselerdi böyle karşılamazdım."

Dudağımı büküp üzülmüş gibi yaptım. O tam benim yanağımı sıkacakken arkadan annem geldi.

"Ahh Seonghwa gelmişsin. Seni çok özledik."

Gidip Seonghwa'ya sarıldı. Annem onu kendi çocuğu gibi görmüştü her zaman.

Seonghwa'nın babasıyla benim babam iş ortaklarıydı. O zamanlar biz daha küçüktük. Seonghwa genelde bizimle kalırdı. Annesi doğum sırasında öldüğü için annem ona karşı ayrı bir merhamet gösteriyordu. Seonghwa, ben ve ismini dahi hatırlayamadığım bir çocukla birlikte oyunlar oynardık. Her oyunumuzda bir kavga olurdu nedense. Ama zamanla grubumuz bozuldu. İlk olarak ismini hatırlayamadığım çocuk aramızdan ayrıldı. Daha doğrusu başına kötü bir şey geldi. Sonra da Seonghwa'nın babası ile benim babamın ortaklığı sonlandığı için onlar Jinju'ya geri dönmek zorunda kaldı. Aradan ne kadar zaman geçerse geçsin Seonghwa hep en iyi arkadaşım olarak kalmıştı. Daha önce ona ulaşmaya çalışmadığım için kendimden utanıyorum.

sunrise : woosan ✔Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin