12. Bölüm: Büyü:)

1.7K 68 1
                                    

Birilerini sevmek, ruhlarını hissetmek, onlara kalbinizi açmak için aslında hiç geç kalmadınız...
Aslında onlar hâlâ sizi bekliyor ve onlar hâlâ sizin gözlerinizde ki hüznü görüyor...
Onlar için bir eski kurumuş dal parçası değilsiniz. Aksine, onlar için günbegün yeşeren bir çiçeksiniz...
Çünkü onların kalbinde hâlâ umut filizlerini var eden sizsiniz...
Sizler aslında ıssız İstanbul'un, kalabalık İstiklal Caddesi'siniz...

Sokakta bomboş yürürken aklıma gelen satırlardı bunlar. Nereye, ne için gittiğini bilmeden sadece yağmurun altında kulağımda kulaklığım ile yürürken gelmişlerdi aklıma.
Sadece nefes almak için çıktığım sokak, bana beni anlatmıştı ilk defa. Meğerse ben ne kadar güzel kalbe sahip biriymişim, kalbim kirlendi sandığımda asla kirlenmeyen kalbimin sesini duyamamışım. Kulaklarımı gerçeklere tıkamış, sadece kendi bildiklerimi okurmuşum. Oysa tüm gerçek etrafında geçirdiğim bir ömrün kıymetini asla bilmemişim. Ah! Ne kötü! Değil mi?
Şimdi gerçekten kalbimin kirlendiğini hissediyorum. Ve yine kulaklarımı tüm gerçeklere tıkıyorum. Oysa kimseye ben burdayım diyemiyorum...

"Fırat..."dedim zar zor. Bir hastane odasında olduğumu tahmin ediyorum. "Burdayım Güzelliğim."dedi bir ses sakince. Gözlerimi açtım yavaşça ve baktım sonsuzluğu gördüğüm bir çift göze.

"Ne olmuş bana?"dedim gülümseyerek.

"Hatırlamıyor musun?"diye sordu şaşırarak.

"Hatırlamıyorum."dedim ürkekçe.

"Ah! Doktor demişti son anları hatırlamaz diye. Şirketteydik. Sen Zeynep ile beraber kantin katına indin kahve almaya. Sonrasında Zeynep'in dediğine göre başın döndü ve bayıldın. Sonra buraya geldik filan."diye özet geçti. Amma da az şey yaşamışım gerçekten.

"Benim...neyim varmış peki?"dedim tedirgin bir halde.

"Yorgunluk... sadece." Yalan söylüyor. Bir insanın yalan söylediğini anlamanın iki yolu vardır.
1. Ya hep konuştuğu gibi konuşmaz.
2. Ya da her yalan söylediğinde yaptığı belli bir hareket vardır. Yanakların kızarması, elinde bulunan bir şeyi sıkma, yutkunamama gibi...

Ve Fırat konuşurken duraksadı. Yapay bir duraksama...
"Yalan söylüyorsun. Benim bir şeyim var. Benim bir rahatsızlığım var."dedim isyan edercesine.

"Hayır Güzelliğim. Hayır. Sen gayet iyisin ve senin hiçbir şeyin yok." Yüzümü avuçlarının içine alıp alnıma bir öpücük bıraktı.

"Yalan söylüyorsun Fırat!"dedim. Sakin olamıyorum.

"Sana yeniden söylüyorum Alin. Gayet iyisin." Güldüm.

"O zaman bana neden yorgun olduğumu söyle."

"İş, güç...belki aile. Uyku...filandır heralde."dedi.

"Fırat, şimdi beni uğraştırmadan ne olduğunu söylüyor musun yoksa kendim mi öğreneyim?"dedim tehditkâr havamda.

"Alincim sadece basit bir yorgunluğu ne kadar abarttın sen ya. Lütfen Güzelliğim. Bir şeyin yok senin." Yataktan kalktım ve kolumdaki serumun iğnesini de çıkarıp attım.

"Ah!"dedim. Acımıştı. Yanıma geldi.

"Napıyorsun be Alin? Bir yerine bir şey olduktan sonra mı duracaksın?"diyip beni engellemeye çalıştı.

"Evet Fırat. Madem sen söylemiyorsun ben öğrenmesini bilirim."diyip odadan çıktım. Ve annemgille hatta annemgil demek çok az gelir, mahalledeki neredeyse herkesle karşılaştım. Kanayan kolumu ya da diğerlerini önemsemeden doktorun kapısını çaldım. "Gir!"

"Merhaba doktor bey. Kolumu ya da dışarıda duran kişileri önemsemeden bana neyim olduğunu söylemenizi istiyorum."dedim kibarca.

Adam yüzüme bakmadan dosyayı açtı. "İ-"derken içeri Fırat girdi. "Neyim var benim?"dedim şok içinde. Ayakta duramıyordum. Sanırım yine bayılacaktım.

Mahalle İşleri Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin