Kendimi yeni işimin vermiş olduğu yorgunlukla eve attım. Ay beynim acımıştı.
Çantamı yatağımın üzerine attım ve kendimi suyun ılık kollarına bıraktım. Biraz sonra annem Minay ile konuşarak eve girdi. Sanırım pazara uğramışlardı.
"Alin!" diye seslendi annem. "Banyodayım çıkınca konuşalım." Hiç konuşacak halim de yoktu ama mecbur.
"Ne boyası kızım?" diye bağırdı. Ben boya mı demiştim?
"Bu ablanın kafası yine nerde kalmış acaba?" Annem beni Minay'a mı çekiştiriyordu?
"Ablacım patronun çok mu yakışıklı çıktı?" Minay gülerek bana seslendi. Aynen Minay, tam sana ayarlamalık çıktı(!) Adamın arkasından neler diyorum ben Allah'ım? Tövbe tövbe.
Hızlıca duşumu alıp çıktım. Yoksa bunların duracağı filan yoktu.
"Ne boyası ya? Banyodayım çıkınca konuşalım dedim. Ayrıca Minaycım patronumun yakışıklı olup olmamasından sana ne?" Tek kaşımı kaldırarak sorduğum soruya cevap bekledim ama tahmin ettiğim gibi gelmedi.
"Eee nasıl bir yer? Nasıl insanlar?" Anneme kısaca kim kimin nesi kimin fesi anlattım ve annemin verdiği tepkiyi görmeliydiniz.
"Minay'a da birisi yok mu?" Ya anne bir yürü git. Menopoza mı girdin? Hayat sadece evlenmek mi? Çocuk yapmak mı ya? Bu nedir arkadaş iki laflarından biri yakışıklı çocuk.
"Anne acaba sen babamdan sıkıldın yeni birini mi arıyorsun?" Dememle birlikte annemin beş metre menzilli, attığı yere giden, kırmızı ev terliğiyle karşılaşmam uzun sürmedi.
Terlik bacağıma çoktan gelmişti ama koşup odama girmekten vazgeçmedim. "Acıttı." diye bağırdım.
"Canıma değsin. Küçüklüğünden beri şu lafları doğru kullanmayı sana öğretemedim." Arkamdan bağırıyordu. He anam he(!) Kesin öyledir (!) Ama bir düşününce gerçekten öyleydi.
Bir keresinde bu doğru konuştuğum laflarım yüzünden disiplin cezası almıştım. Bir keresinde Atakan ile felaket bir kavga etmiştik ve mahalle Alinciler, Atakancılar olmak üzere ikiye ayrılmıştı. Bir keresinde Minay'ın çalıştığı yerden kovulmasını sağlamıştım. Bir keresinde... O bir kereler uzayıp gidiyordu işte. Ben ne yapabilirim ki? Doğru söyleyeni dokuz köyden kovarlar. Ne? Yalan mı?
Yatağıma oturup görüntülü konuşmada ne giysem diye düşünmeye başladım. Şey mi giyseydim acaba sarı tişört, mavi etek. Yok ya pembe bluz, siyah bol paça pantolon. Hayır ya şey beyaz tişört, mavi dar pantolon.
"Kızım kendine gel! Karşına bilgisayarını koyuyorsun, sadece üst kısmın gözüküyor. Onu da saçlarınla kapatmaya çalış." Haklı mıydım? Evet, her zamanki gibi yine haklıydım. Ama sorun o değildi. Sorun üstüme bile olsa ne giyeceğimdi?
"Siyah elbiseni giy." Aklıma birden gelen fikirlere bayılırdım. Çünkü genelde o fikirler mucizeler yaratırdı. Üstünde dekoltesinin olmasından bir şey olur muydu? Niye bir şey olsun canım. Yani olmaz heralde. Elif'e mi sorsaydım?
Ben: Elif Hanım merhaba. Rahatsız ediyorum ama akşam ki görüntülü konuşma için bir şey sorabilir miyim?
Elif Hanım: Kızım senin insanlara Bey ya da Hanım deme gibi bir alışkanlığın mı var?
Elif Hanım: Sadece Elif diyeceksin. Hatta Elifcim diyeceksin.
Elif Hanım: Rahat ol artık.
Elif Hanım: Yedi yıldır Zeynep'e alışamadım sana anında alıştım ben.
Elif Hanım: Şimdi sorabilirsin.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Mahalle İşleri
Novela JuvenilYepyeni bir yaz öyküsü okumaya hazır mısınız? Birbirinden güzel insanlarla beraber olacağız. Bu kitabın dizisi çekilsin diye hep birlikte çıldıracağız.Hazır olun!! :)