HERKESE MERHABA ARKADAŞLAR... SİZE YEPYENİ BİR BÖLÜM İLE GELDİM HEM DE DOĞUM GÜNÜMDE.
İnşallah beğenirsiniz. Yazmak için baya uğraştığım bir bölümdü. Yazdım yazdım sildim. Size en güzelini getirdim.
Sizden de tek istediğim vote atmanız ve yorum yapmanız. Şimdiden teşekkür ederim hepinize. Keyifli okumalar...
Bölüm şarkıları:
Melisa Sözen ve Mert Fırat'tan "Aç Kapıyı Gir İçeri"
İkiye On Kala "Ben Bu Kafayla N'apıcam?"
Yalın "Küçücüğüm"E ne yapayım nostalji seviyorum. Okurken iyi dinlemeler size :))
***
"Herkes beraberinde taşıdığı bir parmaklığın ardında yaşıyor." Demiş Franz Kafka. İlk okuduğumda ne demek istediğini anlamamıştım fakat düşününce, insanın duygularından bahsettiğini çıkarabildim.
Öyleyse benim parmaklığım güçlü zannettiğim duruşumdu. Bu zamana kadar, karşımda kim olursa olsun, hep güçlü görünmeye çalıştım. Aslında güçlü olmadığımı ise şimdi daha iyi anlıyordum.
Bir rüya beni ne hale getirmişti. Kendi içimde verdiğim savaşta boğulmak üzereydim. Böyle olmamalıydı. Ben her zaman bardağın dolu tarafından bakan bir insandım. Ancak bu sefer o dolu taraf da bana boş görünmüştü.
Artık güçlü görünmeye çalışmayacaktım. Ne hissediyorsam, ne yaşıyorsam, kendi içimde yaşamayacaktım bunu. Olabildiğince belli edecektim hislerimi. Çünkü güçlü görünmeye çalışmak yoruyordu beni.
Zilin çaldığını duyuyordum fakat hareket edecek gücü kendimde bulamıyordum. Kendimi kalkmaya zorladıkça tekrar kendimi yerde buluyordum. Bacaklarımı hareket ettirebilmek için üstün çaba sarf ediyordum fakat başaramıyordum.
Telefonum da çalmaya başlamıştı. Umarım kapıdaki her kimse çalan telefonumun sesini duyup bana yardım ederdi. Telefonumun sesi kesildiğinde artık zil de çalmıyordu. Korktuğum başıma gelmişti. Kapıdaki misafirim gidiyordu.
Bir şey yapmalı ve sesimi duyurmalıydım. Oda kapısının yanında bulunan ayaklı masayı devirmeyi akıl ettiğimde sürünerek masanın yanına gittim.
Masayı tutup devirdiğimde çok kuvvetli tok bir ses çıkmıştı. Tabi bu sesi çıkarmada üzerindeki porselen şekerlikte etkili olmuştu. Hâlbuki en sevdiğim şekerlikti. Fakat şu an düşündüğüm tek şey misafirimin sesimi duyup geri dönmesiydi.
Zilin tekrar çalmaya başlamasıyla artık misafirim adımı söyleyerek bağırmaya da başlamıştı. İçimden bir oh çektiğimde misafirin Demir olduğunu anladım.
"Demir" diye kısık sesle bağırmaya çalıştım fakat sesimi ben bile zor duymuştum. Kapının kırılma sesini işittiğimde daha kuvvetli şekilde "Demir" diye bağırdım. Ayak sesleri yaklaştığında sesimi duyduğunu anladım. Beni bulduğu için çok mutluydum. İyi ki buradaydı.
Görüş açıma girmesiyle koşarak yanıma gelip oturdu. "Elvin... Elvin, iyi misin? Ne oldu? Bir yerinde bir şey var mı? Nasıl düştün?" dedi korkuyla karışık bir endişe ile.
"Ben bilmiyorum. Bir anda oldu her şey. İçmiştim. Yani biraz sarhoş olmuşum. Çok fazla hatırlamıyorum. Leyla'nın peşinden gidiyordum. Ondan sonra düştüm aniden. Yani başım döndü, gözüm karardı. Anlamadım hiçbir şey." Dedim.
"Ne demek içtim, sarhoştum. Kızım sen daha yeni büyük bir ameliyat atlattın. Nasıl böyle dikkatsiz olabiliyorsun?" dedi. Haklıydı ve buna verecek bir cevabım yoktu. "Başını çarpmadın değil mi?" diye ekledi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ELVİN
Roman pour Adolescents"Wattys 2022 Yarı Final Kazananı" "Wattys 2021 Yarı Final Kazananı" Herkes adımı yansıttığımı söyler. Cennet çiçeği. Çocukken adım gibi bir yerde yaşayacağımı zannetmiştim fakat benim çocukluk zamanlarımın çoğu o karanlık ve soğuk odada geçmişti...