sahipsiz mektuplar sardı kırıklarımı,

165 32 2
                                    

tren yolunun kenarında sıralanmış rengarenk çiçekler olduğunu söylüyorlar. fakat bizim vagonda pencere yok.

engeller çıkmış küçük kızın karşısına boyundan büyük, ayaklarının altına kırık camlar yığsalar da canını acıta acıta durmadan koşmuş.

"otuz bir ekim,
iki bin on dokuz.

bu gün eve geldim. bir kaç çiçek vardı salonumda. her gün sulayıp, her gün can verdiğim çiçeklerim. son günler baya ihmâl etmiştim. kendimi bile toparlayamazken, bir çiçeğe hayat vermeyi başaramazdım ki. bir iki hafta sonra ilk kez suladım onları, boyunları büküktü. bana benzemişler, diye geçirdim içimden.

annem çiçekleri çok severmiş. öyle söylemişti babam, gitmeden önce.

çocukluğumdan beri, hep anneme benzettim çiçekleri. çiçek gibi kadın derler ya, bak öyle güzel bir kadındı annem. sana benziyordu. senin gibi nahif, güzel, gülünce gözlerinin içi gülen bir kadındı. öyle anlatırdı babam.

canım babam. güzel adamdı, o da. herkesi kendi gibi sanardı. içi o kadar temizdiki, hiç bir insanın içinin kirli mahzenlerden ibaret olacağını düşünmezdi. hiç mi kötü insan yok bu dünyada baba, diye sordum bir keresinde. hiç yok oğlum, demişti, hiç yok. annemden sonra babamla evlenen kadına söylediğimdeyse, ağzından düşürmediği cümlesini tekrar ederdi hep. kötü insan doğulmaz, derdi, kötü insan olunur çocuk.

bilemezdim önceleri, kötülüğün bir insana bu kadar yakışa bileceğini. bilemezdim, yasın bir insanı nasıl kötüye döndüreceğini.

bilemiyorum lavinia, yalnızlık içimin duvarlarını eritiyor. korkuyorum. ilk defa bu kadar çok korkuyorum.

kendimden."

sırayla diğer mektubu açtı kız, saçları rüzgârla dans ederken. soğuktu ama umursamadı. kaşlarını çatmış, mürekkebin satırlara işleyişini izliyordu. bir yandansa bir adamın nasıl bu kadar güzel bir yazım şekline sahip oluşuna şaşırıyordu.

sanki, o okuyabilsin diye ince ince dikmişti kağıda her cümleyi virân.

ya da lavinia, çok abartıyordu.

"bir kasım,
iki bin on dokuz.

bu gece çok yorgunum. içimde öyle büyük bir hüzün var ki, canımın yarısını yakmışlar da yarım kalmışım gibi hissediyorum. ellerim kalem bile tutarken, acıyor. sabahın altısı, akşamın sekizi, gecenin üçü farketmeden her saniye içim acıyor. öyle bir yumru oturmuş ki boğazıma, nefes alamıyorum. yazamıyorum, okuyamıyorum. elimi neye atsam kırılıp dökülüyor parmaklarıma. ellerim kesiliyor. kan revan içinde kalıyorum her ne yapsam. bir şehir yıkıldı üstüme, ben altında kaldım. çıkıp gittin, üstüme bir şehri devirdin. boğazım acıyor. cümlelerim acıyor. içim acıyor. intiharlar var içimde, anlatamıyorum kimseye. bilemiyorum, lavinia.
bilemiyorum. hiç bilemiyorum.

geçmeyecek değilmi, sevgilim?

biliyorum, geçmeyecek."

yutkundu, lavinia. boğazındaki acı geçmedi. sancıları bir bütün olup, boğazına tıkandı.

"artık hissediyorum virân. en derinimde, kaburgalarımın altında hissediyorum."

"üç kasım,
iki bin on dokuz.

karanlık çöktüğü vakit düşünüyorum. yaşadıklarını, yaşadıklarımı. acılarını, acılarımı. her şarkıda sen varsın. her şiirde ruhun geziniyor. ellerimi neye dokundursam, altından ruhun fısıldıyor. nâzende sevgilim, diyor bir şarkı. aklımda sen. sabah uyanmıyorum, çünkü uyumayı unuttum, lavinia. bir mezarlığın en ağrılı yanıyım bu günlerde. gözlerim şiş. uykusuzlukmu, gözyaşlarımı, inan bilmiyorum. o kadar yorgunum ki, lavinia. o kadar ağır ve ağrılı ki sırtımdaki yükler. biraz sancılı, biraz sanrılıyım bugünlerde. hep de, çiçeklerimin kırıldığı güne denk geliyor, sigara paketimin bitişi. bilemiyorum lavinia, bir zamandan bir zamana çiçeklerim ölüyor. zaman kavramını yitirdim. çiçeklerim de mi intihar ediyor? bu nasıl bir yalnızlıktır, sevdiğim? sahi, kaç kilo çekerdi yalnızlık?

sevdiğim, sevgim, bu gece ağır basıyor sancılarım. yutkunamıyorum. konuşamıyorum. sesimi kestiler, sevgilim. kelimeleri cümlelere ateş eder gibi bastıran ben, bir iki cümle bile kuramıyorum artık. cümlelerim acıyor, lavinia. kelimelerim, kendini satır aralarındaki boşluklardan atıyor.

aynada gördüğüm adam, ben değilim lavinia. dönüşüyorum. sancılarım, beni kötü birine dönüştürüyor. zihnimi susturamıyorum. korkuyorum. kendimden, çok korkuyorum. ellerime kan bulaşsa ne olacak diyorum, zihnim kan revan içinde artık.

biri yakalarımdan tutmuş, bırakmıyor lavinia. nefes almak için çektiğim her içde, bir ilmek atılıyor boynuma. içimde kendimle savaşırken, yeniliyorum. kendi kendime. defalarca. kanıyorum. içim, kanıyor can parçam. içim parça parça kalıyor.

bitmeyecek, değil mi? bu sancı, hiç bir zaman bitmeyecek. beni bitirecek, ama bitmeyecek.

özür dilerim,
özür dilerim sevgilim."

genç kızın gözünden bir kaç damla yaş akarak satırların üzerine düştü acımasızca. nefesini topladı. gözünden akan bir kaç damla yaşı, elinin tersiyle silip derin bir iç çekti. acele etmedi, bekledi. hazmede hazmede okumak istedi, içini burkan satırları.

yapamadı. ağır geleceğini biliyordu. ama bu kadar acıtacağını tahmin etmemişti. yutkundu. defalarca yutkundu.

mektuplardan bir kaçını kenara bırakıp on yedi kasım'ı açtı. o gün bir kız çocuğunu yollamıştı virân'ın yanına. onu bir kere olsun gülümsetmesi için. ama virân'a doğru koşarken, düşmüş dizini yaralamıştı küçük kız. lavinia, koşarak yanına gitmek istese de, virân ondan önce davranmıştı.

ve,

"on yedi kasım,
iki bin on dokuz.

bu gün bir kız çocuğuyla tanıştım. adı, gül'dü. ufaktı. ufacıktı. düştüğü için dizi kanamıştı. pek anlamadım, ama bir yere koşuyordu. ne kadar sorduysam da, söylemedi. dizi kanadı, ama hiç ağlamadı. onu bir kaldırım taşına oturtup, yarabandı almaya gittim. geldiğimde bir şarkı mırıldanıyordu. bizim şarkımızı. senin şarkını.

paramparça, dilinden sanki yıllardır ezberindeymiş gibi dökülüyordu. sesi, ruhuma şifâydı. hep yanımda kalmasını diledim. sonra vazgeçtim. ben, küçük bir kız çocuğunun sadece dizini değil, ruhunu kanatırdım. biliyordum.

ne kadar sorsam da, söylemedi annesini babasını. güzeldi bir de. çok güzeldi. her kız çocuğu gibi o da güzeldi. ama yaralanmıştı. ne kadar diretsem de, almadı yarabandını. izin vermedi, yapıştırmama.

"bak, ben ağlamıyorum. ama abla ağlıyor. ona vermem lazım." diyerek uzaklaştı yanımdan. koşarak hem de.

o an hayatın sadece dizini kanatmasını diledim. hayatında açılmış tek yara, düştüğü için kanayan yarası olsun istedim.

biliyordum oysa, olmayacaktı.

yine de diledim.

ben, seni de çok diledim lavinia.

gelmeyeceğini bile bile,
tekrar tekrar
içimi yaka yaka
yüzsüzce
her gün
yeniden
tanrı'mdan."

04.07.20/03:40

bu sana.
yaralarını,
yanan dağlar ardına gizleyerek gülen
sana.

ışıksız sokakların eskimiş yağmurlarıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin