One more cup of coffee.

1K 238 109
                                    

Gidişler, çöküşler ve daha bir sürü şey.

Sevmenin boyutunu, birkaç rakamı toplayıp da bir satıra; nasıl ifade etmeli diye düşünürdüm eskiden. Yani birini yüzlerce kere sevmek mi daha büyük yoksa binlerce, on binlerce hatta yüz binlerce hatta çok kere daha sevmek mi daha büyük?

Sayıların büyüklüğü ve matematiğin soyut kutsallığını bir kenara bırakıp şöyle diyeceğim ben. Bir kere sevdim ve bu en büyük sevgim. Çünkü kesintisiz bir sevgiyle bir başka tam sayıya ihtiyaç duymadan seviyorum ben.

Seni seviyorum Chan bir kerelik bir şekilde.

Ve sonsuzluğa ek bir gün gibi.

Tek bir an, tek bir gün ama asla bitmeyecek bir şekilde.

Kulağıma dolan gitar melodisiyle uzandığım yerde kıpırdanmaya başladım. Uyuşmuş uzuvlarım hafif hafif karıncalanmaya başlıyor, rahatsız bir his parmak uçlarımdan zihnime tırmanıyordu.

Sonunda gözlerimi açabildiğimde Chan'in neredeyse tüm kolumu ve bir bacağımı kaplayan bedeni karşıladı beni.

Uykusunda oldukça huzurlu görünüyordu. Nefesi çıplak göğsümü zaman zaman deler gibi olsa da sıcacıktım. Ben ayılana kadar kesilen gitar sesinin ikinci kere karanlık odamda yankılanmasıyla kolumu ve bacağımı Chan'dan kurtarıp ayağa kalkmaya çalıştım.

Ses, büyük ihtimalle uyurken yere attığımız yorganımın altından geliyordu.

Yorganı çekip altında kalmış kıyafetleri tepiklerken telefon sesi tekrar kesildi.

Chan'in telefonuydu çünkü zil sesim oldum olası Yürüyen Şato'nun film müziğiydi.

Karanlık odada sesi kesik bir telefonu aramak saçmalık olacağından el yordamıyla gidip masa lambamı yaktım.

Chan hala ölü gibi uyuyordu. Normalde uyku bozukluğu yaşadığını bildiğim için ses çıkarmamaya dikkat ederek tekrardan kıyafetlerin yanına gittim.

Ben telefonu bulmak üzereyken tekrar gelen aramayla sessiz bir küfür savurdum. Üzerindeki ağırlıklar gittiği için ses odamda delicesine cirit atıyordu.

Chan'in pantolonundan telefonu çıkarıp aramanın sesini kapattım.

Daha sonra ekranda gördüğüm isimle çıplak sırtımdan hızlı bir rüzgar geçtiğine yemin edebilirdim.

Hyunjin'in ismi beni gerim gerim gererken gözlerim hemen yatakta kıpırdanan Chan'a tırmandı.

Sol tarafından sağına dönmüş ağzını yarımca açıp uyumaya devam etmişti.

İçimde yükselen telefona bakma dürtüsü kendi içimde çatışmama sebep oluyordu.

'Arkadaşlar' Felix dedim önce kendi kendime. İnsanlar arkadaşlarını arar. Bu normal.

Daha sonra kilit ekranındaki saatle içimdeki kurtçukların sayısı arttı.

Saat gecenin iki buçuğuydu.

Altı cevapsız arama ve onlarca mesaj birikmişti. Saatlerdir Chan'a ulaşmaya çalıştığını anlamak zor değildi.

Kendimi tutmayı bırakıp kilit ekranını kaydırdım. Gelen şifre önizlemesiyle bakıştım bir süre. Şifresinin Fransız ihtilalinin senesi olma ihtimali yüzde kaçtı?

"Felix?"

Chan'in çatallı sesi yakınlarımda yankılanırken kafamı kaldırmamla onun gözlerine düşmem bir oldu.

eternity and a day. chanlixHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin