Gerçekler, aptallıklar ve daha bir sürü şey.
"Cennetin her zaman bir kütüphaneye benzediğini hayal etmişimdir." der Borges.
Hakikaten; kafamın dolu olduğu anlarda az da olsa kendimden kaçabildiğim tek yer kitaplardı.
Fakat şimdi kitaplar sayesinde tanıdığım bir adamı kitaplarla unutmaya çalışmak bana sanırım biraz ağır geliyordu.
"Nolur uyuyalım artık." dedi Changbin karşı koltuğa iyice yayılmışken.
"Gelmiyor işte Felix uyuyalım artık."
Chan'ın geleceğine emindim. Gelmeliydi. Geleceğim demişti. Gelip gelmemesini umursamıyor gibi davranmıştım ilk saatlerde. Ve fakat köpek gibi geri gelmesini bekliyordum.
Changbin'le tüm gece kahve içip Chan'ı beklemiştik ama gün ağrıyordu ve o halen gelmemişti.
Yüzüme vuran sabah güneşi gözlerimi yummama sebep oldu. İlk konuştuğumuz zamana gittim istemsizce. Ben onun güneş çocuğu değil miydim?
Changbin diğer koltukta sızlanmaya devam ederken yerimden doğrulup ayağa kalktım.
"Bir bardak kahve daha?"
Changbin teklifimle daha da sızlanmaya başladı.
"Bak yatalım artık gelecek olsa gelirdi şimdiye zaten!"
Changbin'in gerçekleri çat çat yüzüme vuruşu hoşuma gitmemişti.
"Git uyu amma memnuniyetsizsin!" dedim mutfağa bir bardak daha kahve yapmaya giderken.
"Senin için diyorum!" dedi arkamdan gelirken.
"Tüm gece bekledin herifi Felix. Yemin ederim hasta olacaksın."
"Umurumda değil." dedim Chan'in ilk evime gelişinde oturduğu sandalyeye çökerken.
Her şey onu hatırlatıyordu saçma bir şekilde. Birkaç aylık bir zamanda hayatımın her köşesine sinmiş biriydi. İçimi sinsi bir korku kapladı bunun farkındalığı ile. Ya geri gelmezse dedim kendi kendime. Geri gelmezse ne yapacağım?
Changbin de benimle beraber sessizleşmişti.
"Bu konuşmayı seninle bir kere yapacağım Felix." dedi Changbin, belki de onunla tanıştığımdan beri en ciddi ifadesiyle bakıyordu bana.
Yüzüne bakmaya devam ettim.
"Hyunjin Chan'a takıntılı." dedi bıkkınlıkla.
Tahmin etmesi zor değildi. Hyunjin'den zerre hoşlanmıyordum bu bir gerçekti. Ama yine de sırf Chan'i seviyor diye ondan nefret etmek manasızlıktı.
"Canımı sıkan şey Hyunjin değil." dedim Changbin'e yaklaşıp.
"Canımı sıkan hatta yakan Chan."
"Ve onun dengesiz pasif tavırları."
"Chan sadece insanları kırmamaya çalışırken hayatından tavizler veriyor." dedi Changbin anlayışla.
"Bu aptallık." dedim ellerimle masada ritim tutarken.
"Aptallık olsa da gerçek bu." dedi Changbin bir kez daha doğruyu söylerken.
"Chan böyle bir adam Felix."
"Onu iki ayda değiştiremezsin."
Gözlerim dolarken sinüslerimi yakan hissi yutkunarak yok etmeye çalıştım.
"Hyunjin'e asla o gözle bakmayacak ama Chan'in hayatından Hyunjin'i bir anda çıkarıp sadece senin için nefes alan birine çeviremezsin."
"Sadece benim için nefes alsın demiyorum ben!" Yalandı. Diyordum. Bu gerçek beni diğer tüm gerçekler gibi yıkıyordu. Chan'ı sadece kendime istiyordum. Delicesine istiyordum.
"Diyorsun." dedi Changbin meydan okurcasına.
"Ve eğer bunu gerçekleştirirsen Hyunjin'den zerre farkın kalmayacak."
"O zaman da senin karşında dururum Felix." dedi Changbin. Yüzünde tarifsiz bir ciddiyet ve beni derinden korkutan bir delilik vardı.
"Hyunjin'i çok mu baskıcı bir olarak görüyorsun?" dedi sözlerine devam ederken.
"Hyunjin küçük bir çocuktan başka biri değil. Kırılan canı yanan ve emin ol Chan'a olan sevgisi yüzünden hepimizden daha çok acı çeken biri."
Gözlerimi yer tahtalarına diktim. Midemden yükselen bir dolu kahve genzimi yakmaya başlarken aklıma gelen ilk şeyle koşarak banyoya attım kendimi.
İçimde ne varsa çıkarmış ve istemsizce ağlamaya başlamıştım. Bok gibiydim. Chan Hyunjin'i seçerse ne yaparım bilmiyordum.
Kimsenin haklı olmadığı ama aynı zamanda haklı olduğu, tarafsız ve bir yandan herkesin yarıştığı -insanın kendisiyle bile- kuralsız bir oyunun içinde gibiydim.
Changbin gelip beni yerden kaldırana kadar ağlamaya devam ettim. Elimi yüzümü yıkayıp beni salona tekrar oturttuğunda artık boş bakıyordum.
Geceden beri tükenmiştim.
Bitmiştim.
Changbin beni omzuna yaslayıp alnımdan ıslak saçlarımı çekti.
"Bu ne?" dedim kısık sesle.
Changbin yüzüme yaklaşıp ne dediğimi duymaya çalıştı.
"Bu yaşadığım ne?" dedim biraz daha sorumu açarak.
Changbin gülümsedi.
"Hayat." dedi sonrasında.
"Bu hayat Felix."
Haklıydı.
Kimsenin haklı olmadığı ama aynı zamanda haklı olduğu, tarafsız ve bir yandan herkesin yarıştığı -insanın kendisiyle bile- kuralsız oyunun adı 'hayat'tı.
"Kendini harap ettin." dedi Changbin. Dediğiyle güldüm. Biraz öncesinde bana hayat dersi veren kendisi değilmiş gibi halime üzülüyordu.
Ondan uzaklaşıp ayağa kalktım. Beni anlamıyordu.
"Beni anlamıyorsun."
Changbin dediğime acı acı gülümsedi.
"Seni en çok anlayan kişi benim Felix."
"Anlamıyorsun." dedim tekrardan.
"Bu ikili oyunda yananın sadece sen olduğunu mu sanıyorsun?" dedi gülerek.
O eski şen şakrak gülüşünden eser yoktu.
"Ben senden çok önce bunu yaşadım." dedi ayağa kalkıp.
"O yüzden sana bu kadar sertim. Canın benim kadar yanmasın diye."
Changbin'in dedikleriyle gözlerim dolmuştu. Hyunjin'i ve Changbin'in ona karşı tavırları ışık hızında aklımda dolandı.
Yüzüne bakmaya utandım bir an.
"Changbin." diyebildim sadece. İsmi bile o an havada asılı kaldı.
Sözsüz bir yemin aramızdan geçti gitti.
Tutamadım.
"Ben biraz uyuyayım Felix." dedi gülümsemeye çalışarak.
Omzumu sıkıp odasına yürüdü yavaşça.
O gittikten sonra oturduğum yere geri çöktüm.
Kafam bulanmıştı. Belki biraz uyumalıyım dedim kendi kendime.
Salondan çıkarken Changbin odasından hışımla çıkıp salona girdi.
"Yani gerçekten, demek istediğim gerçekten bu çocuğu öldüreceğim artık!" dedi bağırarak.
Anlamsızca yüzüne baktım.
"Chan." dedi.
"Aptal gene benim odamı taşlıyor!"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
eternity and a day. chanlix
Fanfic-Yarın ne kadar sürer diye sormuştum, hatırladın mı? -Sonsuzluk ve bir gün kadar. [chanlix]