Media: Boun
Sabah gözlerimi açtığımda güneş ışığı rahatsız ettiğinden gözlerimi kıstım, hafif gerinip yanıma döndüm. Gördüğüm şey karşısında ışık falan demeden gözlerimi büyüttüm. Bu hayatımda sahip olabileceğim en güzel manzaraydı. Dağılmış saçlarını ellerimle karıştırmamak için kendimi zor tutuyordum. Dün gece yaşananlar aklıma gelince tebessüm ettim. Zee hayatıma giren sınırlı güzelliklerden biriydi ve ben ölene değin ona sahip olmak istiyordum. Olacaktım da.
Duşumu almak için banyoya girdim. Aynada vücudumu incelediğimde her yerimin kızarık ya da morarık olduğunu fark ettim. “Umarım aynılarını ben de sana yapabilmişimdir.” Diye söylendiğimde kapıya vuruldu. Kapıya yönelip kilidi açtım ve kafamı dışarı çıkarttım. Hâlâ saçı başı dağınık olan Zee ile karşılaştığımda gülümsedim. Mızmızlanan çocukları andırıyordu. “Hadi beraber duş alalım.” Dediğinde kapıyı itmeye yeltendi. Hızla onu durdurdum. “Bu kadar heyecan yeter. Hadi git kahvaltıyı hazırla.” Kaşlarımı çatmaya çalışıyordum. Sabah sabah Zee'nin mükemmelliğini kaldırabilir miydim bilmiyorum.
“Bari yüzümü yıkayayım.” Tekrardan kapıyı ittirdiğinde tekrar durdurdum. “Aşağıda yıkayabilirsin. Orada da bir banyo var hatırlatırım.” Gözlerini devirip suratıma eğildi. “Dün gece sarhoş değil miydin sen ya? Her yeri ezberlemişsin bile.” Dedi ve merdivenleri adımlayarak aşağıya indi. Onun gitmesiyle birlikte kapıyı tekrar kilitleyerek aynanın karşısındaki yerimi aldım.
*
“Yuh yani! Omleti de yakmazsın hani!” Zee'nin yapmış olduğu omleti çatalımla dürtüyordum. “Ne yapayım? Yemek konusunda pek de iyi değilim. Özellikle kahvaltı konusunda.” Yavru bir köpek gibi suratıma bakıyordu. Ona nasıl kızabilirdim ki? Hem de böyle gereksiz bir konu için. Ayağa kalktım ve tabağı elime alıp tezgaha yöneldim. “Problem yok. Tekrardan yaparız olur biter.”
*
“Şirkete geçeceksin değil mi?” oda da hazırlanmış onu bekliyordum. O ise aynanın karşısında gömleğinin düğmeleriyle cebelleşiyordu. “Evet. Seni de üniversiteye atayım.” Ona yaklaşarak önünde duran kravatı elime aldım. “Gel ben takayım.” Gülümsedi ve olumlu anlamca kafasını salladı. O an yanaklarını sıkmamak için kendimi zor tuttum.
Kravatı son kez düzeltip geri çekildim ve onu baştan aşağı süzdüm. Nasıl desem? Fazla mı güzeldi? Hayır hayır, fazla mükemmeldi ve tam ağzıma layık bir adamdı. Bu düşüncemle gülümserken ceketini giymiş bir şekilde yanıma geldi. “Hadi gidelim bebeğim!” Gülümsemekten ağzı yırtılacaktı neredeyse. Elimi tutup parmaklarını parmaklarıma doladı ve beni aşağıya sürüklemeye başladı.
Arabaya binip kemerimi bağladım. Zee'nin kontağı çevirmesini bekledim fakat hareket olmayınca ona döndüm. Bana gülümseyerek baktığını fark edince kaşlarımı kaldırdım. “Neyi bekliyorsun?” Gülümsemeden edemiyordum. “Bu araba öpücükle çalışıyor bilmiyor musun?” gözlerimi devirdim ve yüzüne yaklaşıp parmaklarımla çenesini kavrayıp çekiştirdim. “Çocuk musun sen?” Dil çıkartıp hızla çekildim ve oturuşumu düzelttim. “Bunun acısını çıkartacağımı biliyorsun değil mi?” Bıkkın bir ifadeyle arkasına yaslandı ve en sonunda kontağı çevirip hareket etti. “Ha bu arada acı demişken...” diyeceği şeyi anladığımda yüzümü buruşturdum. “Hâlâ acıyor mu?” Alnına bir şamar indirince yüzündeki gülümseme silindi ve bir süreliğine suratıma baktı. “Bunu neden soruyorsun ki?”
Bir 10 dakikalık sessizlikten sonra lafa giren Zee oldu. “Ders çıkışı şirkete gel istersen?” Takılı ama bir şey çalmayan kulaklığımı çıkardım. Son söylediği cümleden sonra utanmıştım ve bu bir nevi kaçamağım olmuştu. “Ne yapacağım ki? Hem ders çalışmam gerekiyor sınavlar yaklaştı.” Tek elini bacağıma koydu. “Bilmiyorum, sadece her an yanımda olmanı istiyorum. Ders konusuna gelince... seni birkaç gün çalıştırırsam her şey çözülmüş olur. Hatırlarsan Pat sayemde en yüksek notları almıştı.” Doğru söylüyordu. Gerçekten çok iyi bir öğretmendi ve gerekli olan bütün taktikleri biliyordu. “Tamam o zaman geleceğim. Ama bir sorunumuz var, ya beni sen olmadan içeriye almazlarsa?” Elini bacağımdan çekti ve gülümsedi. “Babam sayesinde bütün şirket senin kim olduğunu biliyor emin ol. Adını söylemen yeterli olacaktır.”
*
Şirketin önüne geldiğimde kafamı kaldırarak bulutlara uzanan binayı gözlerimle süzdüm. Zee'nin girişte sıkıntı yaşamayacağımı söylemesine rağmen tırsıyordum. Daha önce hiçbir şirkete girmemiştim, ‘umarım saçmalamam' diye geçirdim içimden.
İçeri girip danışmanın olduğu yere yöneldim. “Ne için gelmişt...” kafasını kaldırmasıyla sözcükleri ağzında kalmıştı sanki. “Hoşgeldiniz Saint Bey.” Yapmacık bir gülüşle 32 dişini de bana sunmuştu resmen. “Şey ben... Zee için gelmiştim. Bana odasının nerede olduğunu söyleyebilir misiniz?” Ellerimle asansörlerin olduğu yeri gösteriyordum. “Tabii. 12. Kata çıkarsanız Zee Beye rahatlıkla ulaşabilirsiniz.” Hâlâ gülümseyen kadına teşekkürlerimi sundum ve asansöre yönelip düğmeye bastım.
Birkaç saniye sonra asansör geldi ve kapıları açıldı. İçeri de sadece bir bayan vardı. İçim ferahlamıştı, ne kadar az kişi o kadar az gözdü. Asansöre binip çıkacağım kata bastım. “Şey siz... osunuz değil mi?” Sese doğru döndüm ve karşımda kızarmış yanaklarla duran kadına baktım. Kafasını yere eğmişti. “Evet.” Deyip tekrardan kapıya döndüm. Madem bu kadar utanıyordu, ne diye soruyordu. Ah kadınlar... hep böyle meraklı olmak zorundalar mı?
Kata gelince asansör durdu ve kapıları açıldı. Kata giriş yapıp Zee'nin sekreteri olduğunu düşündüğüm kişinin masasına vardım. “Zee'ye Saint'in geldiğini söyleyebilir misiniz?” kadın kafasını kaldırdığında birkaç saniyeliğine suratıma kocaman gözlerle baktı. Tanrı aşkına bu da neydi böyle. Bulunmaz Hint kumaşı mıydım ben de görünce saçma sapan tepkiler veriyorlardı? “Sorun değil, şuradaki oda Zee beye ait girebilirsiniz.” Teşekkür edip eliyle gösterdiği yere yöneldim.
Kapının önüne gelince durdum ve kendime çeki düzen verip tıklattım. “Girin!” Kükrercesine gelen sesten dolayı irkilmeme rağmen kolu indirdim ve içeriye girip kapıyı kapattım. Zee'ye baktığımda kafasını önünde duran dosyalara gömmüştü. Geldiğimin farkında bile değildi.
Telefona elini uzatıp sekreterini aradı ve anlamadığım bir şeyler söyleyip kapadı. Masasına doğru emin adımlarla yürüdüm ve vardığımda ellerimi hızla masaya vurdum. Korkup yerinden sıçradı, kafasını kaldırıp suratıma baktığında bir anda sabahki çocuğa dönüşüvermişti. “Umarım bölmüyorumdur.” Dosyaları bir kenara itip yanında duran sandalyeyi gösterdi. “Otursana.” Minik adımlarla yanına vardım ve sandalyeye kuruldum. “Amma rahatmış he.” Gülümseyip ellerime uzandı ve avucunun içine aldı. “Kucağım daha rahattır.” Bir anda beni ellerimden tutup kucağına çekince şaşırmış gözlerle ona bakakaldım. “Ne yapıyorsun? Biri gelecek şimdi!” Kollarını belime dolayıp dudaklarını boynuma sürttü. “Gelsin... Herkes biliyor ne olacak sanki?” Ellerimle göğsüne vurdum. “Çok konuşuyorsun. Hadi bırak.”
Kapı tıklandığında içimi huzursuzluk tamamen kaplamıştı. “Zee...” dudakları hâlâ boynumdaydı. “Sekreter de tam vaktinde geldi.” Belimdeki kollarını yavaşça genişletti. Hızla ayağa kalktım ve üzerimi düzelttim. Zee kalın sesiyle “Girin!” deyince sandalyeye tekrardan oturdum.
Sekreter başı eğik, pıtı pıtı adımlarla yanımıza gelip dosyayı bıraktı ve hızla odayı terk etti. “Aslında ben gir demeden hayatta girmez. Sadece panik olmanı izlemek hoşuma gitti.” Çatık kaşlarım ve büzülmüş dudaklarımla ona döndüm. “Cezalandırılmalısın seni hain.” Parmağımla onu gösteriyordum.
Kahkaha atıp sandalyesini benimkisine yaklaştırdı ve bacaklarımı kendi bacakları arasına alıp yüzüme eğildi. “Senden gelen zehir olsa kabulüm.”
●●●●●●●●●●●●●●●●●●
Sabah erkenden kahvaltı bile yapmadan Prem ile vedalaşıp eve geçtim. Bugün dersim olmadığı için rahattım. Dün gece Prem'in göğsüne kıvrılıp uyumuştum ve bu bütün yorgunluğumu almıştı.
“Boun evladım kahvaltı da ne var?” büyükannem televizyon izliyordu ve hâliyle yemek bekliyordu. Hiçbir şey hazırlayasım gelmiyordu, büyükannemin yanına geçip oturdum. “Büyükanne diyorum ki dışarıdan bir şeyler mi alsam?” televizyona bakmaya devam ederek “Olur evladım, yalnız fazla ağır bir şey alma biliyorsun yaş aldı başını gidiyor.” Gülümseyip yanağına sulu bir öpücük kondurdum ve biraz para alıp evden hızla ayrıldım.
*
Caddeye geldiğimde dükkanları gözlerimle süzdüm. O anda gözüme yeni açılmış bir dükkan çarptı. "Güzel bir dükkana benziyor, burada bize uygun bir şeyler bulabilirim.” Diye söylendim ve dükkana yöneldim.
Dükkana girip tezgahları ve mönüyü gözlerimle taradım. Gerçekten çok acıkmıştım bu yüzden canım ne istiyorsa almaya karar verdim. Büyükanneme göre bir şeyler bulunca da siparişi söylemek için içeriye seslendim.
İçeriden tanıdık bir yüz gelince birkaç saniyeliğine ağzım açık bir şekilde yere çakılıp kaldım. “P' Bright?” ellerini beze silerek tezgahın arkasına dikildi. “Ne tesadüf... Her yerde de karşılaşıyoruz!” Kendimi toparlayıp kollarımı göğsümde bağladım. “Hayırlı olsun.” Tezgaha ellerini koyarak gülümsedi. “Teşekkürler... Ne alacaktınız beyefendi?” Daha da gülümseyip siparişimi söylediğimde hazırlamaya koyuldu. O anda aklıma dün gece geldi. “P' ben özür dilerim. Dün gece seni orada yalnız bıraktım ve...” lafıma atlamasıyla irkildim. “Önemli değil, senin suçun değil sonuçta. Prem çekiştirdi seni değil mi?” Hazırladığı poşeti tezgaha koyarak göz kırptı. "Gerçekten P’Prem ile neden anlaşamıyorsunuz anlamıyorum. İkinizde ayrı ayrı iyi insanlarsınız aslında.” Tezgahta duran poşete uzandığım sırada elimin üzerinde Bright'ın sıcacık elini fark ettim. “Bilmediğin şeyler var Boun. Eğer onu değil de beni seçmiş olsaydın...” Elimi poşetle beraber hızla çektim ve cebime uzandım. “Ne kadar?” ödemeyi yapıp kapıya yöneldim. “Her şey için teşekkürler Boun.” Çatık kaşlarımla arkama dönüp ona son kez bir bakış attım ve dükkandan çıktım. Prem sahip olduğum en değerli varlıktı ve ona laf edilmesi kalbimi deliyordu. Ben artık onsuz yaşayamazdım, varlığına, beni saran kaslı kollarına alışmıştım. Onu çok seviyordum.
*
P'Prem: Boun ne olur gel.
İnce bilekli Boun'um: Ne oldu?
P'Prem: Seni özledim ❤
İnce bilekli Boun'um: Saçmalama daha sabah yanındaydım.
P'prem: Ne yani özleyemez miyim?
İnce bilekli Boun'um: Özleyebilirsin de bu kadar çabuk değil.
P'prem: Bu demek oluyor ki sen beni özlemedin? 😔
İnce Bilekli Boun'um: Bilmem özlemişte olabilirim özlememişte.
P'prem: Bekle evine geliyorum.
Yanıt vermemiştim çünkü bende onu görmek istiyordum, sadece bunu ona yansıtıp şımartmak istemiyordum o kadar. Yoksa yanımda olmadığı her an kalbim onun özlemiyle yanıp tutuşuyordu.
*
Zil çaldığında hızla odamdan çıktım ve kapıyı açtım. Prem okul üniformasıyla ve çantasıyla karşımdaydı. Ha bir de elinde olan poşetler vardı. Kapıyı neredeyse sonuna kadar açtım ve içeriye girmesini işaret ettim. Gülümseyip içeriye girince ardından kapıyı kapatıp kilitledim. İçimde tarif edilemez bir heyecan vardı, gülümseyip duruyordum.
Prem önce mutfağa poşetleri bırakmak için uğramıştı, bende salondaki koltuğa kurulup onu bekledim.
İçeriye girdiğinde çantasını çıkarıp yere, koltuğun yanına koydu. Ardından da yanıma gelerek koltuğa oturdu. “Büyükannen nerede?” Ona dönüp iyice sokuldum. “Komşuya gideceğini söylemişti.” Kafasını olumlu anlamda salladı ve bana eğildi. “Özlemediğini söylüyorsun fakat gene de ilk gelen sen oluyorsun.” Omuz silkip tuttuğum kolu iyice sıktım. “Sen bilmesen de ben seni her zaman özlüyorum.” Güya onu şımartmayacaktım, ağzımdan çıkan sözlerle beynim hiç uyuşmuyordu cidden.
Beni kendisinden uzaklaştırarak karşısına aldı ve elleriyle omuzlarımı tuttu. “Boun...” Meraklı gözlerle onun ağzından çıkacak sözleri bekliyordum. “Seni öpebilir miyim?” Önce bir kahkaha attım. Bu kahkaha epey uzun sürmüştü. Sonradan Prem'in çatık kaşlarını görünce sustum. “Öpmek istiyorsan sadece öp. Sana hayır diyemeyeceğimi biliyorsun.”
“İyi öyleyse gel buraya.” Dedi ve tekrardan omuzlarımdan tutarak beni sırtüstü koltuğa serdi ve üzerime çıktı.
Dudaklarıma yaklaştığında gülümsedim. Gülüşümden öpünce huylandım ve ellerimi boynuna sardım. Bakışlarından etkilendiğim ilk insandı. Daha önce sevgilim olmasına rağmen onlarda bu hazzı ve heyecanı hissetmemiştim, ben gerçekten Prem'e aittim.
Gözlerime derin derin baktıktan sonra dudaklarıma kapandı. Saçlarımı elleriyle karıştırması beni alıp başka diyarlara, yalnızca ikimizin olduğu bir dünyaya götürüyordu. Sadece saçlarımla oynaması bile beni bu kadar etkilerken ben şu an onu öpüyordum.
Aslında bu öpücüğü derinleştirmek istemiyordum, çünkü derinleştiği an kendimizden geçiyorduk. Fakat Prem'in üst dudağımı yalayan diline daha fazla dayanamadım ve izin verdim. Ona asla hayır diyemeyeceğimi biliyordu ve bunu iyi kullanıyordu.
Diğer eliyle tişörtümün üzerinden göğsümü sıktığı sırada ağzımda olan dille birlikte inledim. Gözlerini açıp birkaç saniye bakışlarıyla beni deldi geçti. Sertleştiğimi hissediyordum, ayrıca onun sertliğini de. Ona doyamıyordum. Ne kadar dokunursam dokunayım, daha çok dokunmak istiyordum. Onunla bütün olmaya karşılık ömrümün yarısını verebilirdim.
O sırada zilin çalmasıyla bütün düşlerimden uyandım ve çaresizce Prem'in üzerimden kalkışını izledim. “Ben tuvalete gideceğim sen kapıyı aç.” Zil ikinci kez çalarken o tuvalete girmişti bile. Hafif sinirle doğruldum ve kapıya yönelip bıkkın bir ifadeyle kolu indirdim.
“Evladım gene şu arkadaşın mı geldi?” ayağıyla Prem'in ayakkabılarını tepiyordu. Bu hareketini görünce gülmeden edemedim. “Onun adı Prem büyükanne.” İçeriye girip televizyonun karşısına kurulmuştu. Bilmiyordu ki biz az önce o koltukta neler yaşamıştık.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Merdivenlerdeki Kapı ( ZeeSaint , BounPrem )
FanficSokaklarda yürümek neden bu kadar keyif veriyor bana? Neden kendi düşüncelerimle boğuluyorum sokaklarda? Ahh... Düşüncelerim güzel olsaydı bir de hiç yakınır mıydım böyle güzel bir durumdan? Aşk, aşk, aşk... Şu bir kaç gündür duymaktan artık tiksinm...