Ormanın içinde yürürken dalgındım. Annem ve babamın başına neler gelebileceğini düşünüyordum. Şuanda Azog'un yanındalardı. Peki Azog onlara iyi davranıyor muydu ? Sanmıyordum çünkü annem ve babam yapmaması gereken birşeyi yapmışlardı.
Beni yapmışlardı...
O kadar komikti ki gülmemek için dudağımı ısırdım. Şu durumda sinir bozukluğundan kafayı bile yiyebilirdim. Azog denen büyükbaba bozuntusu benimkilere bir şey yapmamalıydı. Hele şu saçma neden yüzünden. Yok efendim kehanetmiş de söz tutulmamış. Bilmem neremin sözü yüzünden annem ve babamın hayatı tehlikedeydi. Tanrıça bozması adama o kadar sinirliydim ki...
Sabır çekip başka düşüncelere dalıyordum ki saçımı çeken Cece benim taşa takılıp tökezlememe neden oldu. Ağaca tutunup son anda düşmekten kurtuldum ve yaşadığım dejavu hissiyle doğruldum. Saçlarımın arasında kaybolan Cece'yi buldum ve elime aldım.
" Niye saçımı çektin ? Yolu mu kaybettik ?"
Avucumun içinde ayağa kalktığında etrafına bakındı ve kafasının arkasını eliyle kaşıdı. Yüzündeki endişeli ifadeyle etrafına bakınca gözü bir noktada takılı kaldı ve hemen orayı işaret etti.
Oraya baktığımda ağaçların arkasındaki uçurum benzeri şeyin arkasında büsbüyük bir şato gördüm. Kocamandı , mor rengi tonlarındaydı. Hiç tarzım değildi çünkü ben kırmızıyı severdim. Ayrıca şatonun etrafında kalın dudak uçuklatan surları vardı. Oraya nasıl gireceğim belli olmuştu. Kılık değiştirecektim. Belki bir askerin , belki bir hizmetlinin...
Tekrar elime baktığımda Cece'nin yerinde küçük yeşil parıltılar vardı ve Cece yoktu. Demek Cece ile yollarımız burada ayrılıyordu. Elimi yanıma indirdim. Önümdeki ağaçların arasından geçtim ve yüksek yerden şatoya baktım. Gerçekten çok büyük bir şatoydu. İç çektim ve üzerime baktım. Yoldan geldiğim için üstüm başım çamur olmuştu ve eteğimin çoğu yeri sivri dallar yüzünden yırtılmıştı. Üstümdeki siyah pelerin ile biraz gizlenmeyi başarmıştım. Evden çıkmadan önce çoğu malzemeyi yanıma almıştım. Okum , küçük fırlatılabilen bıçaklar... Bunlar beni bir süreliğine idare ederdi.
Surların içini kaplayan küçük evler vardı. Demek ki orada da halktan kişiler vardı. Bu , işimi daha çok zorlaştırırdı çünkü kehanet denen zırvalık yüzünden Azog beni aratıyordu. Bunu nerden mi anlamıştım ? Çünkü köyün içerisinde insanlara 'turuncu saçlı bir kız tanıyor musunuz ?' diye soran askerler görmüştüm. Biliyordum , onun ayağına gidiyordum. Ama tek derdim anne ve babama kurtulmasında yardımcı olup onlara bütün bunların hesabını sormaktı.
Derin bir nefes aldım ve bu yükseklikten nasıl aşağı inebileceğimin yollarını aradım.
🌈
Yaklaşık yarım saat sonra şatoya giden topraklı yoldaydık. Kiminle mi ? Kervancı amca ile ben... Ama o sıcacık koltuğunda giderken ben samanların arasına saklanmıştım ve burada artık bir bedeni olan ahır kokusu ile yüzleşiyordum. Tabi ki de önümdeki amcanın arkasındaki acı çeken kızdan haberi yoktu. Samanların içinde sallana sallana ilerlerken -bana yıllar gibi gelen- bir süre sonra durduk.
Dışarıdan konuşma sesleri geliyorken ciğerlerime nefes dolduruyordum. Konuşma sesleri yaklaştığı an nefesimi tuttum. Boğuk gelen sesler sustu. Ben ise o sırada samanların incelendiğinin farkındaydım. Çömelmiş bir şekilde nefessizlikten ruhumu teslim edecekken uzaklaşan adım seslerini duydum. Biraz daha bekledikten sonra tekrar hareket etmeye başladık. İçimdeki nefesi dışarı baktım ve rahatladım. Samanların içerisine mızrak da sokabilirlerdi ve bu katliam olurdu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Üç Serenat (DÜZENLENİYOR)
FantasyHer hikayede seni çekebilecek olan herşey toplandı ve bir hikayeye sığdırıldı. Macera , süper bir olay örgüsü ve aşk... Belki birazcık da mizah... Doğaüstü güçler üzerine kurulu bu romanda entrikanın , hayretin ve savaşın dibini göreceksin. Daha faz...