2.-1-

68 22 40
                                    


Reva ismini Riva diye okumanızı öneririm çünkü yabancı uyruk üzerinden yazıyoruz.

Anlayışınız için teşekkürler...

;)

Geçmişten bir zamanlar...:

Cadı , beşikteki bebeğe bakarken yutkundu.

Usul usul uyuyan bebek derin nefesler alıp süsü ne az ne çok olan beşiğinde bir sağa bir sola sallanıyordu. Arada beşikten gıcırtı sesleri geliyordu fakat ortamdaki huzuru bir türlü bozamıyordu. Perdeden içeriye sızan gün ışığı , bebeğin beyaz cildini özenle aydınlatıyordu. Sanki ışık , onun için yaratılmışçasına ondan ayrılmak istemiyordu.

Önündeki bu eşsiz manzaraya yüzünü buruşturarak baktı...

Siyah pelerininin yakasını düzeltip beşiğe yaklaştı. Bebeğin iki yanından ellerini geçirdi ve ona sardığı çarşafla birlikte havaya kaldırdı. Yavaşça onu kucağına bastırdı. Beşik , bebek içindeymiş gibi hala sallanıyordu.

Kucağındaki bebek huysuzca kıpırdanıp uyanır gibi olunca , boşluktaki eliyle burnuna azıcık uyku tozu serpti. Bebek , tekrar derin uykusuna dönerken üstündeki çarşafa daha sıkı sarıldı.

Cadı , balkona doğru adımladı ve hafif esen rüzgar yüzünü sıyırıp geçti. Gün ışığı yüzüne vurmak isterken pelerinin kapşonuna çarptı. Yalınayak ayaklarıyla balkonun ortasında durdu. Önündeki ormanın karşısındaki şehre baktı. Pek fazla büyük bir şehir olmamasına karşın dedikodular ve efsaneler hızlı yayılıyordu. Ayrıca cadılar, dengeyi bozdukları düşünülerek dışlanıyorlar ve öldürülüyorlardı. Böylece İmparator da cadıların çoğunu yaktırmıştı.

Cadı kolundaki bebeği daha sıkı sarmalayarak tekrar manzaraa baktı ve ofladı.

Eğer imparatorun kristaline el uzatmasaydı şuanda kızı hayatta olacaktı. Her şeye rağmen o kristali alamamıştı ve değerli varlığını kaybetmişti.

Artık intikam vaktiydi...

╮(. ❛ ᴗ ❛.)╭

Birçok yıl sonra..:

Hançeri yılanın karnından çıkartırken etrafa saçılan kan , ellerime de bulaşmıştı. Son hamle olarak da yılanın kafasını kestim ve ağır ağır ayağa kalktım. Bu zehirli yılandan kaç kez öldürdüğümü hatırlamıyordum. Venos'la gezerken ya da bir yerlere giderken ağaçlardan sarkıyor , öleceğini bile bile boynuma dolanıyordu.

Havadaki bataklık kokusunu sezdim ve yakınlarda bataklık olduğunu anladım. Sivrisineklerin kanat çırpışını ta buradan sezinliyordum.

Arkamdaki hırıltı ile oraya döndüm. Vector karşımda kafasını eğdi ve bir hırıltı daha çıkardı. Bunun anlamı 'beni sev' demekti. Gerçekten de lacivert-siyah karışımı tüyleri , onları sevmem için bana 'yavru köpek bakışı' atıyordu.

Vector benim küçüklükten beri yanımdan ayrılmayan asıl dostumdu ve bu hep böyle kalacaktı. Artık onla bir bütünmüş gibi hissediyordum ki onun duygularını , hissettiklerini içimde hissediyordum. O , istediğim hayvanın devasa boyutuna dönüşebilen büyülü bir varlıktı. Ki şuanda siyah panterin en büyük boyutuydu.

Ellerimi kafasındaki tüylerde gezdirdim ve etrafta bir tehlike olup olmadığını kavramak için odaklandım. Ormanın içindeki ağaçlara , çiçeklere otlara ,onların köklerine odaklandım. Bütün bitkiler huzur içinde , olması gerekeni yaşıyordu. Sadece çok da uzakta olmayan birkaç çalılık rahatsızdı. Nedenini öğrenmek gerekiyordu.

Üç Serenat (DÜZENLENİYOR)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin