Umarım beğenirsiniz 🖤
Gözlerini, hissettiği büyük bir baş ağrısı ile araladı Hermione. Halsizdi, bütün kemikleri sızlıyordu. Yattığı yerden derin derin nefesler aldı. Sert bir zeminde yatıyordu. Son hayırladıkları zihninde tekrar tekrar oynarken, zaten bulanık olan görüntü gözlerinin dolması ile daha da bulanıklaşmıştı. Artık ağlamaktan kuruyan gözleri tuzlu yaşlar yüzünden yanıyordu.
Hareket etmeye çalıştı. Kemiklerinde oluşan ağrı yüzünden acıyla inledi. Gözlerini hızlıca kırpıştırdığında gözlerinden saçlarına doğru ılık göz yaşları aktı. Yüzü soğuktu, bedeni de. Üşüyordu. Çenesi titredi, bulunduğu durum hissettiği çaresizlik yüzünden ağlamayı sürdürdü.
Görüntü artık ne silik, ne de bulanıktı. Karanlık bir yerde olduğunu fark etti. Uzakta görünen cılız bir ışık huzmesi görünüyordu. Orası çıkış mıydı? Yoksa ölürken gözüken beyaz ışık mıydı?
Hermione, hala soğuk betonda yatarken düşündü. Bu zamana kadar safkan mıydı yani? Boşuna mı yemişti o hakaretleri yıllarca? Canından çok sevdiği annesi ve babası aslında birer yabancılar mıydı? Peki henüz öğrendiği annesi ve babasına ne olmuştu? Voldemort bu laneti kendi lehinde kullanamaması için o aile kızlarından ayrı kalmıştı, Voldemort'a büyük bir ihanetti. O zaman kesin ölmüş olmalılardı. Hermione, onlara karşı ne hissedeceğini bile bilmiyordu. Ya Draco? Başından beri her şeyi biliyor oluşu onu yeterince üzüyordu zaten, saflan olduğunu bilmese ona yaklaşır mıydı?
Hermione, çığlık atmak istedi. Ama yapamadı. Nerede olduğunu bile bilmiyordu. Yavaşça doğrulmaya çalıştı, kırılan kaburga kemiği akciğerine baskı uyguladığı anda büyük bir çığlık attı. Sesi yankılanmıştı. Boş ve büyük bir alanda olduğunu anladı.
Hermione doğrulduğunda nefes nefese kalmıştı. Kirli saçlarını yüzünden aldı ve kulaklarının arkasına ittirdi. "Burdan çıktığımda, seni kendi ellerimle öldüreceğim Draco Malfoy." dedi titrek sesiyle.
Bir süre oturduğu yerde dinlendi, ılık nefesini soğuktan titreyen ellerine üfledi. Karşıda gördüğü aydınlığa doğru ilerlemek istiyordu. Ayağa kalkmak için güç toplamalıydı.
Hermione, yeterince güçlü hissettiğinde dizlerinin üstünde durdu, elleri ile yerden destek alarak ayağa kalktı. Çok canı yanmıştı ama bunu yapmak zorundaydı. Yavaşça yürüdü, bir ayağı daha çok sürümüyor gibiydi. Işığa yaklaştıkça, ışığın tepeden bir yerden vurduğunu anlamıştı.
Artık ışığın tam yanındaydı, küçük, parmaklıklı kare bir boşluk hemen Ölüm Yiyenler'in bulunduğu salona bakıyordu, bunu gelen seslerden anlayabilmişti. Bu yerin tavanına yakın olan boşluk, salonda ise yerdeydi. Parmak uçlarına kalktığında, masayı ve ayaktakileri bellerine kadar görebiliyordu. Masada oturan kimse yoktu.
Genç cadı, seslere kulak verdi. Narcissa Malfoy konuşuyordu. Sesi epey endişeliydi, sanki Karanlık Lord'u bir şey için ikna etmeye çalışıyor gibiydi.
"Size yalvarırım, o daha bir çocuk." dedi Narcissa, ağlamaklı ses tonunda. "Bu, bu çok ağır bir görev." diye devam etti.
"Ölmüş olması gereken biri, şu an yaşıyor. Hemde senin kanından. Sevgili Narcissa." Bu korkunç ses katanlık Lord'a aitti. "Ve Draco."
Hermione, Draco'nun adını Voldemort'tan duyduğunda ürperdi. "Sende, sana ait olmayan bir şey var. Onu hissedebiliyorum."
"Yemin ederim, kimsenin bir şeyini almadım bile." Draco Malfoy'un, korkudan çatlayan sesi kızı rahatsız etti. Hermione, sırtını hafifçe duvara yaslayıp yavaşça kayarak aşağı oturdu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
untouchable | dramione
FanfictionSafkan olan Yaxley Ailesi'nin kızları Isabelle Yaxley aile yadigarı olan korkunç bir lanete sahiptir. Fakat bu sırada Voldemort yükselir ve Yaxley ailesinin lanetini kendi lehine kullanabileceğini düşünür. Çünkü Isabelle'e kendi kanı dışında başka b...