Yongsan

434 53 28
                                    

Birkaç gün boyunca Namjoon'dan kaçtım. Ustalık istiyordu çünkü genelde birbirimizle yemek saatlerinde yemekhanede karşılaşıyorduk, bu yüzden kahvaltıya ya da öğle yemeğine gitmiyordum. Namjoon'dan kaçmamın her şeyi daha da berbat edeceğinin farkındaydım ama açıklanması neredeyse imkansız olan şeyleri nasıl açıklayacağım hakkında bir fikrim yoktu. Çünkü bana olan şeylerin çoğu sadece saçma değil, ayrıca yasak bilgiydi. Ne yapacağımı bilmiyordum. Buna Namjoon'a başarıyla yalan söyleyemediğimi de ekleyince, tüm bunların toplamı bir felaket ediyordu.

Derste olmadığım her anı Taehyung'la geçiriyordum. Bana o kadar çok soru soruyordu ki, bebekken ettiğim ilk sözcüğü bile konuşmuştuk. Her akşam, mutfağında onunla akşam yemeği yiyordum ve evinde yürüyüşe çıkıyorduk. Ben de ona sorular soruyordum ama kendisi ya da geçmişiyle konuşmakta çekimserdi. Sanırım o kadar çok saklanmak zorunda kalmıştı ki, açıklamalar onun için kolay olmuyordu.

Taehyung'un medya odasında birkaç film izledik. Onun bir romantik komediyi anlamaya çalıştığını görmek çok komikti.

Ancak bugün istersem Taehyung'dan kaçmak çok basitti çünkü derste değildi ve onu kampüsün hiçbir yerinde hissedemiyordum. Nerede olabilir? Ne yapıyor?

Kütüphanedeki özel çalışma masama Min Jae'nin yaklaştığını görünce şaşırdım. Çantasını indirip yanımdaki sandalyeye oturdu. "Yaşıyorsun... Nerede olduğunu merak ediyordum ve bana inan, bunu merak eden bir tek ben değilim," dedi o sıcak, Min Jae'ye has gülümsemesiyle.

"Jae! Özür dilerim. Beni aramıştın ve ben seni geri aramayı tamamen unuttum. Seni gördüğüme çok mutlu oldum," dedim sevinçle.

Bugün iyi görünüyordu. Saçı uzamış, kaşlarının hemen altındaydı. Min Jae tatlı görünüyor. Sandalyede geriye yaslandım. Bu tatlılık ne zaman oldu?

"Saklanıyor musun Jin? Bu yeni sığınağın mı?"

"Saklanmak mı? Neden bahsediyorsun bilmiyorum. Derslerim gerçekten zor ve geride kalmak istemiyorum."

Min Jae'nin kaşları kalktı. "Elbette. O zaman bunları da istemiyorsundur?" Çantasını açıp önümde sallamadan önce iki granola barı çıkardı.

"Jae! Sana seni sevdiğimi hiç söyledim mi?" Granola barlardan birini elinden kaptım ve ambalajını yırttım.

"Elbette söyledin ama tekrar duymak hoş." Sırıttı ve bana ikincisini attı.

"Burada olduğun için mutluyum," dedim ağzım granolayla doluyken. "Yardımına ihtiyacım var Jae. Bir görevim var. Var mısın, yok musun?"

"Varım. Aklındaki nedir?"

"Namjoon için bir güvenlik duvarı almam lazım ama şu anda ondan kaçıyorum biraz. Bu yüzden gitsem ve bir tane alsam, benim için kurulumu halledebilir misin? Belki almak için benimle Yongsan'a da gelirsin. Cumartesi sabahı giderim diye düşünüyordum. Var mısın?"

"Namjoon'un bugün bana iki kere seni görüp görmediğimi sorduğunu biliyor muydun?"

"Hayır, bunu bilmiyordum." Utandığımı hissettim.

"Bu güvenlik duvarının ona karışık sinyaller göndereceğinden korkmuyor musun?" diye sorarak iyi bir noktaya parmak bastı. "Demek istediğim, bu yüzden kütüphanedeki en ıssız yerde oturmuyor musun zaten, Namjoon'la karşılaşmamak için?"

"O kadar açık demek?"

"GGO: gün gibi ortada."

" 'Büyük ihtimalle başıma gelen en iyi şeysin ama seninle olamam?' diyen başka ne hediye verebilirim ki ona," diye sordum kederle. "Çünkü bunu diyen bir şey varsa bedeli ne olursa olsun gidip hemen alırım."

INEVITABLE |TAEJIN|Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin