1.Sezon 5.Bölüm: 17 Mayıs 1622 İkinci Kısım

65 0 0
                                    

Öğle namazından sonra Hüsnü Efendi’nin evine gitti. Gül Hanım her zamanki gibi ona yemek ikram ettikten sonra Hüsnü Efendi’nin odasına geçti. Hüsnü Efendi her zamanki gibi tezgahın başındaydı, önemli bir sipariş üzerinde çalışıyordu. 

-Selamün aleyküm, dedi Halis.

Hüsnü Efendi bu sesi duyunca arkasına döndü.

-Ve aleyküm selam Halis… Hangi rüzgâr attı seni buraya? Yoksa kopyaları hazırladın mı?

-Yok hocam daha değil. Biraz acelem var o yüzden sadede gelmek istiyorum. Konstantiniyye’nin Yedi Gümüşü’nü size veren kimdi?

Hüsnü Efendi düşünmeye başladı ve elindeki fırçayı bıraktı. Bu sırada Halis, Hüsnü Efendi’nin çalışmasına baktı. Bir kadırga şeklindeki besmeleydi, sadece taslağı çıkartılmış olmasına rağmen mükemmel gözüküyordu.

-Hah, hatırladım, dedi Hüsnü Efendi. Sarı saçlıydı, sarık falan takmamıştı… Bıyıklıydı, sakalı yok, orta boylu, otuzlu yaşlarında biriydi. Adının Bırakıl olduğunu söyledi. (Bu sırada Hüsnü Efendi’nin suratı ekşidi) Bırakıl… Ne garip isim…

Halis bu ismin gerçek olmayacağını düşündü. Ama üstelemedi ve sordu:

-Kitabı ondan nerede aldın?

-Kadıköy'de. Bir meyhanenin yakınlarında. İçki içtiği belliydi, kitabı verirken sarhoş gibiydi.

-Sağ ol Hüsnü Efendi.

İçki içiyor… Meyhane… Bırakıl… BıRAKIl… RAKI!

Halis bir keresinde bir iş için  meyhanelerin olduğu bir sokağa girmek zorunda kalmıştı. Leş kokulu insanların konuştukları rakı adlı bir şey duymuştu. Yeni bir şeydi galiba bu rakı. Bu adam içki içiyordu. Belli ki tanınmak istemediği için bir isim uydurmuştu ve içinde rakı kelimesi geçiyordu. Belki de rakı içen bir adamdı.

Halis tüm bunları kendi kafasında analiz edince yapması gerekenleri düşündü:  Kadıköy'e gidecek, meyhanelerden rakı içen sarı saçlı, bıyıklı, sakalsız adamı bulacaktı. Hüsnü Efendi’nin tarif edişinden bile pek tekin birisiyle karşılaşmayacağını biliyordu.

* * *

Halis, aradığı adamı en sonunda bulmuştu. Yaklaşık iki saattir Kadıköy'deydi ve iyice yorulmuştu ama sonunda aradığı adamı bulmuştu. Tıpkı Hüsnü Efendi’nin tarif ettiği gibi biriydi.

Meyhaneye girmeyi istemiyordu ama yine de o adamın yanına oturdu.

-Selamün aleyküm, dedi.

-Kimsin?

-Hüsnü Efendi’nin çalışanıyım…

-He, o adam. E, ne oldu?

-Ona verdiğiniz bir kitabın yazarını tanıyormuşsunuz. Adı Vedat bin Ulvi.

Sarı saçlı adam, Vedat lafını duyar duymaz irkildi, sonra sakin gözükmeye çalıştı.

-Hayır, tanımıyorum öyle birini.

-Hüsnü Efendi’ye onun arkadaşı olduğunu söylemişsiniz.

-O yaşlı bunak yanlış duymuştur. Tanımıyorum öyle birini.

-Gerçek adını bilmiyorum Bırakıl (Halis Bırakıl dediğinde sarı saçlı adam yine irkildi) ama bir şeyler saklıyorsun.

-Seni ilgilendirmez be adam!

Bu sırada adam elini masaya vurdu ve içkisinden bir yudum aldı. Halis’i görmezden gelmeye başladı. Halis yine de masadan kalmadı. Adamın iyice sarhoş olmasını bekledi. Sarı saçlı adamın dili çözüldü ve bildiklerini söyledi:

-Üsküdar’da oturuyor o adam.  Beş adam var…

Sonra adam sustu. Halis bir süre bekledikten sonra leş kokan o yerden çıktı.  Üsküdar’a yarın gitmeye karar verdi. Kayığa bindi ve evine gitti. Artık hayatı tamamen değişmişti…

DEVAM EDECEK…

Osmanlı ŞifresiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin