2.Sezon 2.Bölüm: Kaçış

56 0 0
                                    

Halis nefes nefese kalmış bir hâlde koşuyordu. Yorgunluktan dizleri sızlıyordu, iki tane kuleye bakmıştı ama Vedat’ın esir tutulduğu kuleyi hâlâ bulamamıştı ve iri cüsseli yeniçerinin o zindandan kendi başına da kurtulabilecek güçte olduğunu biliyordu.

Talih ona gülmüştü ve yeniçeriye acı vermemiş olsa da onu şaşırtarak kaçmayı başarmıştı, Halis’e güç veren şey buydu. Buradan kurtulabileceğine inanıyordu. Tabii, buradan kurtulduktan sonra (eğer kurtulursa) nasıl yaşayacaktı, hiç bilmiyordu. Bunları düşünmenin de sırası değildi. Acilen Vedat’ı bulup kaçmalıydı.

Bir diğer geçide saptı Halis…

* * *

Christian bağırmaya çalıştı ama ağzı gardiyanın eliyle kapatılmıştı. Alexander’ın sinirli gözleri ile Christian’ın kızarmış gözleri bakışıyordu. Göğsüne değdirilen kızgın demir, bembeyaz derisini üzerinden duman tüten, kırmızı renkli yanık bir hâle getirmişti.

Alexander ciddiyetini fark ettirmek için kızgın demiri bir daha Christian’ın göğsüne bastırdı. Gardiyana baktı. Gardiyan elini Christian’ın ağzından çekti. Christian derin derin nefes aldı. Alnından yanaklarına düşen teri omuzlarına sildi.

“Söye!” dedi Alexander bağırarak. Christian da koskocaman açılan gözleriyle Alexander’e bakarak “Tamam! Söyleyeceğim!”

Alexander’ın yüzünde küçük, belirsiz bir tebessüm belirdi, ancak bu tebessüm insana mutluluğu değil zalimliği yansıtıyordu.

“Konstantinopolis’te… Kitap için oraya gittiğimizde, bir antikacıya gitmiştim. Orada, ceylan derisi üzerine yazılmış bir parşömen vardı. Üzerindeki yazılar Osmanlıca’ydı, ne olduklarını okuyamamıştım. Satıcıya parşömenin ne kadar olduğunu sorduğum da bana, onun satılık olmadığını söyledi…”

Christian soluklanmak için durdu. Alexander sabırsızca bekliyordu: “Bunları biliyoruz. Bize daha önce anlatmadıklarını anlat!” Christian cevap vermedi. Alexander yumruklarını sıktı ve gözleriyle gardiyana işaret verip mahzenden çıktı. Gardiyan kızgın demiri aldı…

* * *

Hüsnü Efendi, Halis’in işlemeli ahşap kutusuna bakıyordu hâlâ. Uzun süre düşündükten sonra paslanmış anahtarı kutunun deliğine yerleştirdi. Ama hemen vazgeçti. Emanete hıyanet edemezdi. Ama ya, Halis’in kaybolmasının bu kutuyla bir ilgisi varsa? Belki de içinde Halis ile ilgili önemli bir şey vardı.

Hüsnü Efendi kutuyu açmamaya karar verdi. Anahtarı da aldı, kimsenin bulamayacağı bir yere sakladı…

* * *

Halis, basamaklardan aşağı ikişer ikişer indi ve kuleye girdi. Vedat buradaydı. Bayındı ve gözleri işkencelerden dolayı morarmıştı. Halis hançeriyle, Vedat’ın ellerini bağlayan ipleri çözdü ve onu uyandırmaya çalıştı: “Vedat! Çabuk uyan!” Omuzlarından tutarak sarstı. Vedat yavaşça kendine geldi ve Halis’i görünce gözleri şaşkınlıkla büyüdü.

-Halis, sen?..

-Vedat çabuk ol, peşimizdeler!

Vedat hemen ayaklandı ve kaçmaya başladılar. Halis az önce geçtiği yolu gerisin geri dönerken kendilerine yaklaşan iki yeniçerinin adımlarını duyabiliyordu. “Saklan!” dedi Vedat’ı kulelerden birine sokarken.

Girdikleri kule, Genç Osman’ın idam edildiği, Kanlı Kuyu’nun bulunduğu kuleydi. Kanlı Kuyu’ya zindanlarda idam edilen kişilerin kesilen başları atılır ve kuyunun denize açılan geçidi bu cansız kafaları sürüklerdi.

Halis yeniçerilerin bu kuleye bakacağından emindi. Kanlı Kuyu’ya odaklandı. Kuyunun kurumuş kanlarla ürkütücü bir görünüm veren ağzına yaklaştı: “Vedat, kuyuya atla!”

-Ne!

-Başka çaremiz yok, dedi Halis kuyunun içindeki suya atlamaya hazır bir hâlde.

-Ama ben yüzme bilmi…

-Ben sana yardım ederim, merak etme bir süre saklanacağız, dedi hızla Halis.

Halis kuyunun içine atladı. Vedat da kuleye yaklaşan yeniçerilerin adımlarını daha net duyunca çaresiz, o da kuyuya atladı ve buz gibi suyun içine daldı. Ve hemen dibe doğru düşmeye başladı. Halis onu tuttu ve başları suyun dışından kalacak hâlde, ancak dışarıdan görünmeyecek bir şekilde durmaya başladılar.

Yeniçerilerden biri kuleye girip etrafa bakındı. “Burada da değiller!” dedi sinirli bir halde ve kuleden çıktı. Biraz bekledikten sonra Halis Vedat’a yardım ederek, birlikte kuyudan çıktılar. İkisinin de kıyafetlerinden sular şap diye ses çıkartarak yere dökülüyordu.

Halis kafasını kulenin girişinden dışarı çıkarıp bakındı. Birden yeniçerilerden biri, Halis’i boğazından yakalayıp duvara yapıştırdı. Diğer yeniçeri de Vedat’ı getirdi.

Halis’in nefesi kesildi. Suratı kıpkırmızı oldu. Yerde gezinen siyah bir şey gördü: Akrep.

Yeniçeri akrebi görünce dikkati dağıldı ve elleri gevşedi. Bunu fırsat bilen Halis hızla hançerini çıkarttı ve kabzasıyla yeniçerinin suratına vurdu. Vedat da kendisini tutan yeniçeriden kurtuldu ve koşmaya başladılar.

Halis gücüne şaşırıyordu. Küçükken güreş öğrenmişti ama onun gibi birisinin bir yeniçeriyi alt etmesi zordu.

Kulelerden çıktılar ve avludan, merdivenlere geçtiler. Haftalar önce tırmandıkları yere gidiyorlardı. Ancak yeniçeriler de peşlerindeydi. Halis’in nefesi tıkanmaya başlasa da durmadı. Surların tepesinden geçip tırmandıkları yere geldiler. Bağladıkları halat duruyordu. Bu ipe tutunarak ayaklarını ilk demir kazığa dayadılar ve aşağı inmeden önce Halis, hançerle, halatı kopardı.

Ayağını yere bastı.

Osmanlı ŞifresiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin