2.Sezon 4.Bölüm: Günlük Birinci Kısım

51 0 0
                                    

Yasin’in günlüğünden:

Bugün dağa tırmanırken Hakk’ın rahmetine kavuşmayı teğet geçtim… Vedat demir kazıkların sağlam olduğunu söylese de tırmanırken heyecandan olsa, ayağım birkaç kez kaymıştı, ama çok şükür sağ salim zirveye çıkabilmiştik.

Üç gün sonra:

Kötü şeyler oldu…

Dağdan aşağı inmiş, ormanda yürürken bir müddet sonra Vedat’ın ortalıktan kaybolduğunu fark ettik. Ammar ile birlikte onu ararken, birden dağda görüş alanımızdan çıkmıştı. Kaybolmuştuk…

Yanımdaki çiğ eti kısık ateşte pişirmek zorunda kalmıştık. Etin bir kısmı tamamen yanmış, bir kısmı ise tamamen çiğ yemek zorunda kaldık. Bunları yazarken de midemde hafif bir bulantı var…

Nereye kayboldun Vedat?

* * *

Vedat çalışma odasına, ellerinde şerbet dolu iki barkla girdi. Kırmızı renkli soğuk şerbeti Halis’e uzatırken yerdeki sedire oturdu. Halis:

-Diğer gümüşleri arayacak mıyız?

-Eh, artık rahat rahat ortalıkta dolaşamayacağız… Ayrıca elimizden de bir şey gelmiyor. En azından maddi kaynağımız olursa, buraları terk etme şansımız olacak.

Günlerdir bu konuyu tartışıyorlardı ve gümüşleri aramaya devam etmekte karar kılmışlardı. Halis, çantasından Konstantiniyye’nin Yedi Gümüşü kitabını çıkardı ve sayfaları karıştırıp, üçüncü gümüşün şifresini açtı.

Taht yeni sahibini bekler idi,

Vezirler hemfikir idi,

Hepsi Amasya’daki şehzadeyi ister idi.

Yalnız bir vezir, şehzadenin küçük kardeşini ister idi.

Kimse uymadı onun fikrine ama o, küçük kardeşe el altından bir haberci gönderdi.

Bir haberci de büyük kardeşe gidiyor idi…

Küçük kardeşe giden haberci Anadolu Beylerbeyi tarafından yakalanınca ona ulaşamadı,

Diğer haberci ise büyük kardeşe ulaşmış ve haberleri aktarmıştır…

Şehzade, padişah olunca;

Küçük kardeş bunu duyunca  Bursa’ya yürüdü ve Düvel-i Muzzama’nın (Osmanlı Devleti) eski taht şehrinde saltanatını ilan etti,

Adına hutbe okutup, para bastırdı…

Ağabeyine saldıramayacağından ona bir teklifte bulundu:

“Rumeli senin, Anadolu benim elimde olsun.”

Büyük kardeş yanaşmadı,

Bu devletin iki sahibi olmayacağını ve bu davadan vazgeçmesini söyledi…

Küçük kardeş kabule yanaşmadı. Ağabeyi üzerine bir ordu gönderdi ve küçük kardeşin taraftarları mağlup oldu. Küçük kardeş de  güç bela kaçtı. Bursa’daki saltanatı 23 gün sürmüştü.

Küçük kardeş pişmandı ancak iş işten geçmiş idi. Anasını, karısını, evlatlarını, hazinesini, cariyelerini ve bazı muhafızlarını alarak Kahire’ye gitti. Bir süre sonra da hac vazifesini yerine getirmeye gitti. Hanedan’ın ilk hacca giden şehzadesi oldu.

Sonradan tekrar bir ordu topladı. Bunu öğrenen ağabeyi de ordusunu alarak, Konstantiniyye’den ayrılıp, Aydos’ta ordugah kurdu.

Küçük kardeş ağabeyine gönderdiği mektupta şöyle der:

“Sen gül yatakta zevk ederken,

Benim kızgın küllerden yanmama sebep ne?”

Ağabeyi cevapladı:

“Padişahlık bize kısmetmiş. Buna niçin razı olamıyorsun? Bir de hacılık dava ediyordun. Dünya saltanatı buna değer mi?”

Son sözü kılıçlar söyledi. Küçük kardeş yine mağlup oldu. Kaçtı ve Rodos Şövalyelerinden sığınma  hakkı  istedi ve Fransa’ya götürüldü. Şövalyelerin elinde oyuncak oldu.

Zor günlerden sonra, ölüm döşeğinde adamlarına, ağabeyini cenazesini kabul etmesini ailesine sahip çıkmasını istediğini söyler.

Ağabeyi kardeşinin ölümüne çok üzüldü, üç gün vakitle dükkanları kapattı, ruhuna mevlitler okuttu. Bu olay da burada bitti.

Bu padişah kendini bütün dünya Müslümanlarının koruyucusu sayıyordu. Müslüman bir millete yardım eli uzattı; ama ne yazık ki o millet, tarihe karışmaya mahkum oldu…

Bu padişah savaştan çok ilim, din, tasavvuf adamıydı. Lakabı ‘Veli’ idi. Öyle ki, Şah İsmail tehlikesiyle kendinden çok, oğlu ilgilenmiştir.

Bu padişah çıktığı seferlerden döndüğünde, kıyafetindeki tozları toplar ve bir kavanozda biriktirirdi. Hanımı bunun nedenini sorar. Padişah: Bu tozlardan bir tuğla döktürüp, mezarıma koyulmasını vasiyet edeceğim. Çünkü Allah, ayakları Hak yolunda tozlananları cehennem ateşinden koruyacağını buyurmaktadır. İşte, Hak yolunda küffarla savaşırken  üstüme bulaşan tozları bu yüzden toplarım… Vasiyetimdir: Öldüğümde bu tozları kabrime koysunlar…”

Abdestiyle vefat eden bu padişah, kendi adını taşıyan camiinin avlusuna gömüldü ve tuğlası da kabrine koyuldu.

Konstantiniyye’nin üçüncü gümüşü de işte bu camide saklıdır…

* * *

Lamarck, Alexander’ın akşam yemeği sofrasından kalkıp, odasına geçtiği andan beri hastaydı. Sürekli terliyor; üzerindeki örtüyü atsa üşüyor, örtse sıcak basıyordu. Yetmiyormuş gibi başı da çatlayacak gibi ağrıyordu.

Yataktan çıkıp tuvalete gitti. Parmağını gırtlağını değdirip, istifra etti. Midesinden çıkan sıvının çoğunluğu kandı. Ağzının suyla çalkaladı. Sonra geri yatağına döndü.

Bir saat sonra kalbi hızla çarpmaya başladı. Sonra normal duruma döndü. Hemen sonra öncekinden daha da hızlı atmaya başladı…

Sabah olduğunda Lamarck’ı kahvaltıya çağırmaya giden hizmetçi, onun cansız bedenini bulunca ellerini başının yanına koyup çığlık attı.

* * *

Bir haftadır Ammar’la birlikte Vedat’ı arıyoruz ancak sonuç yok. Ama sonunda bir su kaynağı bulduk. Vedat’ı bulana kadar burada kalacağız. Bu sabah ağacın birkaç dal koparıp, ucunu bıçağımla sivrilttim. İki tane balık yakalayıp pişirdik ve günler sonra ilk defa karnımız düzgünce doydu. Allah’ın izniyle Vedat’ı bulup, Medine’ye döneceğiz…

* * *

Alexander elindeki altınları aşçısına uzattı.

-Aferin, dedi. İyi iş başardın. Yarın da aynısını yapacaksın.

-Tamam efendim.

Alexander gözlerini büyüterek, “Ama eğer birine bile bir şey anlatırsan…” Parmağını boynunda gezdirip, kesermiş gibi yaptı. Aşçı yutkundu:

-Tamam efendim, merak etmeyin.

DEVAM EDECEK…

Osmanlı ŞifresiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin