2.Sezon 1.Bölüm: Gümüş Hançer

72 0 0
                                    

Halis uyandı. Hayır, rüya değildi, hâlâ zindanda tutsaktı.  Vedat ise başka bir zindandaydı. Halis en son üç gün önce bir parça ekmek yiyebilmişti. Açlıktan midesi bulanıyordu… Uğradığı işkenceler yüzünden başı çatlayacak gibi ağrıyordu ve bacağındaki kesik hâlâ sızlıyordu.

Hava karanlıktı. Güneş batmış, yerini ay almıştı. Diğer kulelerde işkenceye uğrayan mâhkumların acı dolu çığlıkları gecenin karanlığında yankılanıyordu. Halis bulunduğu kuleyi aydınlatan ay ışığı altında, her gün bu sesleri duymaktan bıkmıştı.

Bulaştığı bu beladan kurtulmanın yollarını arıyordu. Elleri uyuşmuş gibiydi, halatlar sımsıkı bağlanmıştı ve yemek yediği zamanlar hariç asla açmıyorlardı. Kendisine işkence yapanlar, Genç Osman’ın idamını gören bu adamın söylediklerine inanmıyor, onun tehlikeli biri olabileceğine inanıyorlardı.

Halis bilmese de Genç Osman idam edildikten sonra bir sürü isyan çıkmıştı. Genç Osman’ın yerine ise amcası I. Mustafa (Deli Mustafa) ikinci kez tahta çıkmıştı. Tabii bunun dışında başka olaylar da oluyordu dışarıda…

* * *

Yasin gece vakti, ay ışığında, kara atıyla yoluna devam ediyordu. Önceki iki gün yolunu şaşırıp kaybolmuştu ve yırtıcı hayvanlarla dolu olan bir çayırdan zar zor kurtulmuş, sonrasında bir kervansarayda dinlenmişti. Konstantiniyye’ye yaklaşmıştı ancak bunun gibi bazı olaylar yüzünden yolu uzamıştı.

Yırtıcı hayvanların olduğu çayır ona Ammar’ın ölümünü hatırlattı. Ammar’ın sağ ayağı bir ayı tarafından parçalanacak hale gelmişti, Yasin ise son anda ayıyı öldürebilmişti. Ammar o günden sonra yürüyememiş ve bir ay kadar sonra ölmüştü.

Yasin ne zaman Ammar’ı hatırlasa, Vedat’a olan öfkesi büyüyordu. Üzerinden altı yıl geçmişti, yine de Vedat’ı asla affedememiş, Ammar’ın ölümünden onu sorumlu tutmuştu…

* * *

Hüsnü Efendi elindeki paslanmış anahtara bakıyordu.  Bir yandan da ahşap işlemeli kutuya… Halis’in kendisine emanet ettiği kutuya…  Haftalardır ortalıkta olmayan, evi kül olmuş Halis’in gizemli kutusuna ve onu açacak anahtara bakıyordu… İki yıl önce Halis bu kutuyu, Hüsnü Efendi’ye vermiş ve ondan saklamasını istemişti. Hüsnü Efendi, Halis’in evi yandıktan sonra kendisine verilen bu anahtarı görünce kutuyu hatırlamış ve onu sakladığı yerden çıkartmıştı.

Hayatta olup olmadığını bilmediği Halis’in kutusuna bakıyordu Hüsnü Efendi… Evet, yangın sırasında evde değildi ancak haftalardır yüzünü gören olmamıştı Halis’in.

-Nerdesin evladım? Diye mırıldandı Hüsnü Efendi, ardından kararsızca anahtara baktı…

* * *

Halis yemek yemek için elleri çözüldüğünde yeniçerinin kendisine verdiği kuru ekmeği yavaşça yedi. Bu sırada ise kıyafetinin içindeki gümüş bıçağı (şu anda burada olmasının sebebi olan, Fatih Sultan Mehmet tuğralı, Konstantiniyye’nin gümüşlerinden biri olan gümüş hançeri) yavaşça bileğine yerleştirdi.

* * *

Alexander uzun masanın başında oturuyordu. Misafirlerinin aksine, hiçbir şey yemeden, ellerini birleştirmiş duruyordu. Christian dişlediği tavuk butundan iri bir parça koparıp çiğnedi. Alexander bıyık altından gülerek Christian’a baktı.

-Christian…Gümüşleri arama çalışmaların nasıl gidiyor? Dedi Alexander yavaşça. Sonra kadehinden biraz şarap aldı.

-Şey…(Bu sırada butu elinden bıraktı.) Ne yazık ki kitapla ilgili hiçbir iz bulamadım.

-Sana gümüşleri sordum! Kitabı bulamayacağını biliyorum.

-Ne? Nasıl bulayım ki gümüşleri?.. Sonuçta kitap olmadan…

-O zaman… (Bu sırada sandalyesinden kalktı ve Christian’ın sandalyesinin başına gidip, ellerini Christian’ın gırtlağına yerleştirdi.) O zaman bunu nasıl buldun ha!

Christian’ın boynundaki zinciri tuttu ve hızla çekti. Zincir parçalandı ancak ucundaki küçük madalyayı alabilmişti. Christian’ın boynu anında kızardı ve elleriyle boynunu tuttu.

-O… O…

Alexander madalyayı inceledi. “Bu… Üzerinde Osmanlı arması olan bir gümüş… Bu, altıncı gümüş…”

Alexander’ın diğer üç misafiri şaşkınlıkla bakıyordu. Alexander hızla masadaki bıçağı aldı ve Christian’ın koluna sapladı. Christian çığlık atarak ayağa kalkmaya çalıştı, ancak Alexander hemen Christian’ın kafasını tuttu ve masaya vurdu.

Diğer üç misafir; Jacques, Lamarck ve Iowa büyümüş gözleriyle başından ve kolundan kanlar akan Christian’ı ve Alexander’ı seyrediyorlardı. Alexander gürledi:

-Konstantiniyye’nin Yedi Gümüşü ile ilgili en küçük bir şey bile öğrenirseniz bana söyleyeceksiniz! Yoksa sizi bu aşağılık heriften daha beter hâke getiririm!

Ardından “Muhafızlar!” diye bağırdı. “Bu adamı zindana atın hemen!”

Muhafızlar yarı baygın halde olan Christian’ı kollarından tutup götürdüler…

* * *

Halis kolundaki gümüş hançeri yavaşça avucuna aldı ve bıçağı ellerini bağlayan halata sürtmeye başladı. Ellerini göremediği için hançer sürekli bileklerini kesiyordu. Bir süre uğraştıktan sonra halatın yıprandığını anladı ve ellerini iki yana hızlıca çekti. Halatlar açılmıştı.

Zindana yaklaşan yeniçerinin seslerini duyabiliyordu. Ellerini arkasına götürdü ve bekledi. İri cüsseli yeniçeri zindanın kilidini açtı ve içeri girdi.

-Benimle geliyorsun, dedi yeniçeri Halis’e yaklaşırken. Halis, bu lafın kendisini sorgulamaya götüreceğini biliyordu. Yeniçeri kendine iyice yaklaştığında hançerin kabzasıyla burnuna vurdu. Ardından çenesine ve gözüne… Sersemleyen yeniçeri sendeledi, hemen toparlanıyordu ki, Halis kuleden çıktı ve girişin kilidini taktı. Yeniçeri gürlüyordu: “KAÇIYOR!!!”

Halis koşmaya başladı…

Osmanlı ŞifresiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin