Evde Mini'den başka birilerinin kahvaltı hazırladığı hissiyle yatağımda gözlerimi araladığımda, Mini olsa ilk önce beni kaldırır ve masaya oturturdu, odama vuran güneş ışıklarında bilekliğimi görebilmek için hızlıca kolumu, ince pikenin altından çıkarmıştım.
İnce, metal zincirin künye iliştirilmiş tarafını görebilmem için kolumu birkaç defa sarsıp bileğimde hareket etmesini sağlamam gerekmişti. Künyedeki minik, özenli ama mükemmel olmayan "Tae + Kook" yazısını görünce bütün çabama değmişti.
Yüzümde sabahları nadiren beliren gülümseme künyem sayesindeydi. İsim yazan tarafı görüş açımda olsa da tenime değen taraftaki minik oyma gözümde canlanıyordu.
Jungkook'a tanıştığımızın ikinci günü taç almış olsam da aslında ilk hediye veren ben olmamıştım.
Jıngkook içine kapanık ve çekingen bir çocuktu. Bense tam tersi, oyun parkında yerinde duramayan, her yere tırmanan, sürekli morlukları olan çocuklardandım.
İlk tanıştığımızda yine parkta olduğumuzu hatırlıyordum. Evlerimiz yakındı bu yüzden onunla daha önce tanışmamış olmayı beklememiştim.
Mini o gün hastaydı ve bana onun yerine de eğlenmem gerektiğini söylemişti. Hala annemin parka gitmeden annesini arayışını hatırlıyordum. Hasta olduğu için onsuz bir şey yapmak istemiyordum ve surat asmam da annemi tedirgin etmişti. Nadiren surat asardım.
Mini eğlenmemi söylediği gibi kendime görev edinmiştim eğlenmeyi. Biraz abartınca da kaydıraklara çıkan merdivenden düşmüş, dizim kanamaya başlarken Mini'nin de hasta olduğunu hatırlamıştım. Düştüğüm yerden kalkmazken alışık olduğum minik yarama rağmen aniden ağlamaya başlamıştım.
Annemin bankta bir kadınla oturduğunu buğulu gözlerime rağmen görebiliyordum, kaldı ki sesimi duyduğu gibi ayaklanacakkan yanındaki kadın şaşkınlıkla yan tarafıma doğru bakarken annemin kolunu tutmuştu.
Başımı yana çevirdiğinde benden biraz kısa olduğu belli, iki eliyle sıkı sıkıya tuttuğu papatyalarla bana bakan çocuğu görmüştüm.
Göz yaşlarım aksa da sızlanmalarım durmuştu. Yanakları al al olan çocukkocaman gözlerini benden kaçırıp da konuşmazken ben de acıyan dizime rağmen ayağa kalkmış, sevimli çocuğa bakmaya başlarken gözlerimi silmek için kolumu yüzüme sürmüştüm.
"Annem gözünü öyle silersen canın yanar dedi bana. Yapma öyle." bana kirpiklerinin altından bakarak konuştuğunda kolumu geri indirmiştim.
Çok sevimli duruyordu. Yanaklarını sıkmak istiyordum.
Konuşmama izin vermeden devam etmişti.
"Ben, şey, sana." minik suskunluğu çiçekleri bana uzatarak bozduğunda sevimliliğine karşı gülümsememi engelleyememiş, bana uzattığı çiçekleri almıştım.
Artık yanaklarını ısırmak istiyordum.
Ben daha ne olduğunu anlamadan elleri boşaldığı gibi cebinden minik, mavi bir yara bandı çıkarmıştı. Henüz çiçekler için teşekkür edemeden hızlıca yara bandını açmış ve kanayan minik sıyrıkların üstüne yapıştırmıştı.
Yapacağı herşeyi yapmış gibi artık domates gibi olmuş yanaklarıyla arkasını döndüğünde aniden ona doğru atılmış, hızlıca omzundan yakalamıştım onu.
"Adın ne senin?" bana şaşkınca birkaç saniye baktıktan sonra gözleri utançla ellerini bulmuştu.
"Jungkook."
"Teşekkür ederim Kook." yanağını minicik öptüğüm gibi gözleri kocaman açılan Kook'un benden nasıl kaçtığını hatırlıyordum ama onunla oynamak için bütün gün parkta peşinden dolaşmıştım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kiss /Taekook
FanfictionJungkook, titreyen ellerini yanaklarıma koyduğunda gözlerimi gözlerine çıkarmıştım. Jungkook'un gözlerinin güzel olduğunu hep biliyordum ama böyle parladıklarından, insanı böyle içine çektiklerinden haberim yoktu. Ya da bana böyle güzel baktığının...