S1 [bölüm 1] gölgelerde beliren hale

6.1K 367 165
                                    

Birileri bana Scott'la arkadaş olmanın hayatımı tepetaklak edeceğini söyleseydi muhtemelen orta parmak çekerdim. İnanacağım ve inanmayacağım çok şey vardı. Üstelik uzaylılara körü körüne inanan ve cadılar bayramında kapı kapı dolaşıp şeker toplamak yerine "uzaylılar gerçek" yazan pankartla mahalleyi arşınlayan bir çocuk olmama rağmen.

Ama hayatımda ilk kez, "Bir çaresine bakacağız." derken kendime inanamıyordum. Scott, lakros sahasına çıkmak için hazırlanırken son derece tedirgin görünüyordu ve beni de iyiden iyiye geriyordu. Elimi omzuna koyup sıktım. "Dostum, sakinleşmen lazım." Kaşlarımı kaldırıp cevap vermesi için teşvik ettim. Bana tereddütlü bakışlar atıp derin soluklar aldı ve kaskı başına geçirdi. Dizlerini sallarken, "Stiles, icabına bakacaksak bu şimdi olmalı." diye mırıldandı.

Sopasını alıp sahaya çıkmasını izlerken iç çektim. Ne yapabilirdim ki? Okulun ezikler takımında başı çekiyordum ve tek arkadaşım Scott McCall'dı. Dört gün önce yarı zamanlı olarak çalıştığı klinikten kaçan bir köpeği takip etmek için ormana girmişti. Gece yarısından sonraydı ve hava zifiri karanlıktı. Yardım istemek için beni çağırdığında tabiri caizse götümde pireler uçuşuyordu. Yarı uyur yarı uyanık vaziyette kendimi ormanda bulmuştum ve Scott köpeği yakalamıştı. Ölü olarak.

Dağ aslanı olabileceğini düşünmüştüm. Babam, nam-ı diğer Şerif, sayesinde Beacon Hills'de olan biten her şeyden haberim vardı. Ve son zamanlarda hayvan saldırıları anlamsız biçimde artmıştı. Sonra karanlıkta bir ses duymuştuk: bir tür uluma. Üzerimize doğru koşan şeyi görememiştik ama sesi duymamız yetmişti. Kısacası kaçmıştık ve Scott pek şanslı gününde değildi. Uluyan şey her neyse, dağ aslanı veya çakal, en yakın arkadaşımı ısırmıştı.

Onu kan kaybından öldürmesi gereken yara ertesi gün ortadan kaybolmuştu. Duyduğu her ses ona on katı yüksek geliyordu. Ve sınıfta otururken kütüphanede konuşan Lydia'yı duyabiliyordu. Bunu nasıl yaptığını bilmiyordum. Üç gündür gece gündüz demeden araştırıyordum ve dediğim gibi, uzaylılara inanıyordum. Lakin Scott'ın bir kurtadam olabilme ihtimali bana imkansız görünüyordu. Ya da inanmak istemiyordum. Çünkü korkutucuydu. İnternet ve kitaplar yalnızca efsane olarak bahsediyordu ama kurtadamlar gerçekten varsa başımız dertteydi. Yarın akşam dolunay çıkacaktı. Okuduğum kadarıyla dolunay, kurtadamların kendilerinden geçip vahşileşmesine sebep oluyordu.

"Yüce Tanrım." diyerek kaskımı taktım ve kaledeki yerimi aldım. Koç beni oynatacak değildi elbette. Sadece kenarda durup kıçımın tekmelendiğini izlemek hoşuna gidiyordu. Beacon Hills Lisesi koridorlarında herhangi birini durdurup sadece adımı söyleseniz bile kahkaha tufanı başlatabilirsiniz. Evet, Stiles Stilinski olmak zor. Ama anlaşılan bundan sonra daha da zor olacak.

İlk top darbeleri fazlasıyla sertti ama takımdakiler ilgisini çabuk kaybedince hedef tahtası olmaktan kurtuldum. Scott'ın sahada harikalar yarattığını görebiliyordum. İçimden bir ses, artık ezikler takımında olmadığını söylüyordu. Artık en yakın arkadaşım bir ezik değildi. Ama ben, takımın yeni gözdesi olan Scott McCall'ın embesil arkadaşı olarak kalacaktım. "Kahretsin dostum." diye çıkıştım. Duyduğunu bilerek. Scott sırıtarak bana baktı. Yamuk çenesini yumruklayarak düzeltmek istemedim elbette. Biz kardeş gibiyiz.

Onu öldürecektim.

"Hadi McCall! Ne bekliyorsun? Topun kendi kendine kaleye gideceğini mi sanıyorsun?" Koç'un yaptığı anlaşılmaz espirilere tek başına gülmesini izledim. Sonra da Scott'ın attığı topu yakalamak için hamle yaptım. Top, beklenmedik bir biçimde sopama takıldı ve Koç'un şaşkın bakışları altında bağırmaya başladım. Scott'a doğru koşarken, "Dostum!" diye bağırıyordum. "Dostum, yaptım! Yakaladım!" Bana gülenleri umursamadan Scott'a koşuyordum ama onun dikkati başka bir taraftaydı. Heyecanımı yitirirken omuzlarımı düşürdüm. Gözlerimi devirmekten kendimi alıkoyamadım.

"Hadi ama Scott! Allison mu? Yine mi?"

İki gün önce okula yeni bir öğrenci gelmişti. Allison Argent. Scott ve o, ilk andan itibaren tartışılmaz bir çekim içindeydi. Ama inanın bana, Stiles Stilinski olarak şunu söyleyebilirim, Scott'ın başı fena hâlde ağrıyacaktı. Böyle düşünmemin tek sebebi yirmi dört saat boyunca Allison'dan bahseden Scott değildi. Bunun sebebi en yakın arkadaşımın kurtadam olması ihtimali de değildi. Bunun sebebi, ormanda başıboş dolaşan şey her neyse, Scott onunla karşılaşmıştı. Pek de iyi bir gidişat değildi.

Antrenmanın sonunu bekleyemeden giden Scott fark edilmesin diye her zamankinden daha fazla saçmalamam gerekti. Ama saçmalarken aklıma bir fikir geldi. Antrenman biter bitmez okuldan sıvışıp ormana gidecektim.

"Stilinski!" Başımı omuzlarımın arasına doğru çekerken yüzümü ekşittim. Önce Koç'u geçmem gerekiyodu.

***

Dökülen yaprakların arasında yuvarlanıp ağaca çarptım. İşlerim başlı başına bir komediydi. Yılgınlıkla ayağa kalkıp üzerimi silkeledim. Sesli mesaja düşen telefonu ağzıma yaklaştırıp bıkkın bir sesle, "Hey Scott!" diye seslendim. Komik bir şey varmış gibi gülüyordum ama sinirlerim tepemdeydi. "Bak ne diyeceğim? Bıraktığım on yedi sesli mesajın hiçbirine dönüş yapmadıysan buna da yapma! Lanet olasıca kurt kıçını son kurtarışım!"

Şarjımın bittiğini fark edince boğazımdan bir çığlık yükseldi ve neredeyse kükrercesine, "Siktir!" diye bağırdım. Telefonu yaprakların arasına fırlatmam an meselesiydi ama lanetler okuyarak cebime soktum. Hava gittikçe kararıyordu. Sırt çantamdan fenerimi aldım ve beyzbol sopasını tutmayan elimle tuttum. Beyzbol sopası beni bir kurtadamdan koruyamazdı. Hiç olmazsa onurumla ölürdüm.
Scott'ın karnındaki diş izleri gözlerimin önüne gelince ürperdim.

Feneri yaktım. Ormanın derinliklerine doğru ilerliyordum ve açıkça yem olacaktım. Baykuş sesleri duydum. Bunu rahatlıkla sindirebilirdim ama ardından duyduğum uluma sesi bana topuklamamı söylüyordu. Ben de bir Stilinski olarak ikiletmeden topukladım. Geldiğim yolu geri giderken kurtadamın kim olduğuyla ilgili beyin fırtınası yapıyordum. Bu yüzden fener ışığında fark edemedim ve bir dala takılarak bayır aşağı yuvarlandım.

Yüzüm çizildi, bir yerlerim de incindi ama en kötüsü kaburgalarımın doğruca bir ağacın gövdesine çarpmasıydı. İnleyerek yattığım yerde kıvrandım. Feneri yukarda bir yerde düşürmüştüm, ışığı dalları aydınlatıyordu. Sırt üstü yatmaya devam ederken bir kez daha "Siktir!" diye mırıldandım. Göğsümdeki acı geçene kadar yıldızlı geceye bakarak uzandım. Nihayet nefes alırken rahatsızlık hissetmediğimden emin olunca diklenip oturdum.

Yaprakların ezilme sesini duyduğumda eğilmiş üzerimi silkeliyordum. Kaskatı kesilip olduğum yerde kalakaldım. Hava eksilerdeydi ama ben terliyordum. Yüzümü buruşturup üzerime atlayacak bir kurtadam bekledim. Ama dakikalarca hiçbir şey olmadı. Bıkkınlıkla harmanlanmış öfkem ölüm korkusuna galip gelince hızla arkamı döndüm. "Öldüreceksen öldür!" diye bağırarak elimi kolumu sallarken gözlerim gölgelere takıldı. Karşımdaki bir insandı. Cüssesi benim dört katımdı ama insandı. Birkaç adım atıp ay ışığına çıktığında yüzünü görebildim.

Babamın Şerif olduğunu söylediğimi hatırlıyor musunuz? Yıllarca bütün dava dosyalarını onunla birlikte incelemiştim ve şuan karşımda duran yüzün kime ait olduğunu biliyordum. Hatırladığım liseli yüz değildi ama kesinlikle oydu. "Siktir." dedim bir kez daha. Karşımda duran Derek Hale'di.

they can't take you from me [sterek] b×bHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin