nineteen

786 84 24
                                    

"Nereye gidiyoruz böyle?" elinden sıkı sıkı tuttuğu çocuğun peşinden süreklenirken dökülüveriyor kelimeler birbir dudaklarından.

"Göreceksin" diye yanıtlamıştı onu. Oflayarak onun peşinden sürüklenmeye devam ediyordu bedeni.

Onu hiç bilmediği bir yere getirmiş ve eğlenmişlerdi birlikte. Ancak gün batımı yaklaşırken hızlıca elinden tutup peşinden sürüklemeye başlamıştı. Bir patikayı izleyerek ilerliyorlardı; hala da nereye gittiklerini bilmemesi Minho'yu daha çok meraka düşürüyordu ancak Jisung hiçbir şekilde ona bir şey söylemiyordu az önce olduğu gibi.

"Söylemeyecek misin?" tekar denemişti onu.

"Neredeyse geldik" diye söylenmişti Jisung da.

Dediği gibi olmuş, patikanın sonuna ulaşmışlardı. Kendilerini karşılayan büyük bir tabela ve onun ardından bile görülen kocaman aletlerdi. Ancak bu aletler paslanmış ve üzerlerini yosun kaplamıştı. Ayrıca burada pinekleyen canlılarında yuvası olmuş gibi duruyordu. Eskiden daha güzel bir yer olduğu bu çirkinleşmiş görüntüsüne rağmen apaçık ortadaydı. Lakin Minho'nun neden hala burada olduklarına anlam veremediği anlaşılıyordu yüzünden.

"Neden buraya geldik?" sakince sormuştu sorusunu.

"Gün batımı..." demiş kafasını gökyüzüne dikmiş devam etmişti sonra. "Gün batımı buradan çok güzel görünüyor ve seni de getirmek istedim buraya." sıcacık bir gülümseme sunmuştu ardından Minho'ya.

Kollarını sıkıca karşısındaki bedene sarmıştı, güneşten yayılan turuncu ışıklarla birlikte. İkisininde dudaklarından eksik olmuyordu gülümsemeleri. Ayrılmışlardı sonra birbirlerinden. Sırtlarını lunaparka dönerken yüzleri güneşin solgun ışıklarını taşıyordu. Buranın yüksek bir yerde olması gün batımını daha iyi yansıtıyordu gerçektende. Güneş yavaş yavaş solarken yerini aya bırakıyordu bu yüzden etraf turuncudan laciverte geçiş yapmıştı bile.

Jisung yavaşça Minho'nun yanından uzaklaşmış ve bir şeyler yapmaya çalışmıştı. Sonunda istediğini başardığında Minho'nun arkasına geçmiş ve onu lunaparkın girişine doğru döndürmüştü. Yanına ilişip onun baktığı ışıklara bakmaya başlamıştı o da.

Bu yıkık dökük lunaparkın bir şekilde ufakta olsa aydınlanacağı aklına gelmezdi Minho'nun. Ancak onun gözlerini alamadığı bir ışık demeti vardı karşısında. Pirinç ışıklar ve birkaç küçük ışık kaynağı ile aydınlanmıştı lunaparkın tam ortası. Kafasının yanındaki bedene çevirmiş ve bir şaşkınlık nidası dökülmüştü dudaklarından.

"Nasıl?"

"Özel güçlerim var benim." diyerek dalga geçmişti Jisung da.

"Hadi ama" omzuna vurmuştu sert sayılamayacak bir şekilde. Jisung gülerek onu kendine çekmiş ve ışık demetinin içine doğru sürüklemişti.

Işık demetinin içinde durduklarında onu aşağı çekerek yere oturtmuştu Jisung. Bağdaş kurmuş, karşısındaki harabeye bakıyordu Minho ile.

"Eskiden" diyerek başlıyor. "Eskiden burası çok neşeliymiş." Kulaklarına eğlenen insanların sesinin geldiğini hayal ediyordu bu yıkıklıkta. Yüzünü bir gülümseyiş kaplıyor, devam ediyor anlatmaya.

"Şehir merkezine de yakınmış aslında, bu dağlık boş arazi de ne işi var diye düşünme." hafifçe gülüyor Minho bu siteme karşı. Kendini altında can çekişen toprağın üzerine bırakıyor. Başının üzerinde dolaşan yıldızları daha net görüyor şimdi. Jisung'un da bedeni toprak zeminle buluşuyor onu gibi; yıldazlar ise daha güzel görünüyor. Biraz bekleyip tekrar devam ediyor anlatmaya.

"Sonra bir gün, bir çift burada el ele ölüme yürümüşler." Minho'nun elini kavrayıp, parmaklarını birbirine kenetliyor ve yıldızlara dokunmak istercesine yukarı kaldırıyor.

"O çiftin ölümünden sonra ise hiç gün yüzü görememiş bu lunapark. Halk arasında da hep lanetli olarak anılmış. Kasabanın gençleri ise tabelanın üzerine hep lanetli tarzı kelimeler yazmış bu yüzden de kimse gelmek istememeye başlamış. Onlardan sonraları ise kaza veya değil bilinmeyen nedenlerden dolayı birkaç ölüm daha gerçekleşmiş ve sonunda kapatılmış bu yer. Şimdiler de ise buranın yerini bilen birine rastlamak iki elimin parmağını bile geçmez." öğrendikleri ile biraz şaşırmıştı Minho.

"Söylenenlere ve büyüklerin dediğine göre bu lunaparka geldiğinde sende lanetlenirmişsin. O zamanlarda da bu tür şeyler söylenmiş olan başka ölümlerden sonra da işte daha çok yayılmış bu söylentiler." derince bir çekip, birbirine kenetlenen ellerine bakmıştı Jisung. Yavaşça dudaklarını dokundurmuştu Minho'nun narin elinin üzerine.

"Burayı bilenler ise hala inanırlar bu söylentiye eski güzelliğini unutur ve hep o lanetli kelimesini kullanırlar. Lakin bu nedenlerden dolayı bu güzel yerin harabeye dönmesi bazı insanları da hüzünlendirmiş ama neye yarar? Adı çıkmış dokuza inmez sekize misali olmuş bu yer."

Yavaşça Jisung'un göğsüne koyuyor başını. Biraz daha sokuluyor sevdiği gence. O ise iyice kendi çekiyor bu bedeni. Jisung anlatmayı bırakmış yıldızları izliyor sadece. Minho da onun gibi. Biraz daha vakit öldürüyorlar öyle orada.

"Biz de mi lanetlendik yani?" diye soruveriyor aniden. Kahkahası bu yeri dolduruyor hemen.

"Belki" diye geçiştiriyor sevdiği çocuğu.

"Ama" diyor sonra. "Ama bende burada yürümek isterdim ölüme, bu harabe gibi olmuş bedenimi yine bu harabe lunaparkta yok etmek isterdim."

İstemsizce süzülüveriyor bir damla inci tanesi gözlerinden Minho'nun, burnunu çekiyor hemencecik ve hiç olmamış gibi yüzünü Jisung'a çeviriyor. Yüzünü onun yüzüne yaklaştırıp, bağımlısı olduğu dudaklarını ve kendi dudaklarına hapsediyor. Narin öpücükleri eşlik ediyor onlara. Hiç söyleyemediği şeyler doluşuyor sonra zihnine. Hüzünle ayrılıyor dudakları birbirlerinden sonra.

Saklaması gereken küçük yıldızları aklına gelen şey. Bu gördüklerinden daha farklı yıldızlar hemde. Kayan yıldızlara benziyordu onunkiler, upuzun kuyrukları vardı. Onun yıldızlarıydı, bu galaksiye ait olan değil sadece ona ait olan kendisinin yıldızlarıydı onlar. Kendisine bakan gözlere bakarken bir inci tanesi daha düşüyor. Düşen yerde bir baskı hissediyor. Onun inci tanesinin aktığı yeri öpüyor sevdiği. Bir kaç tanesi daha onun peşini bırakmazken, sevdiği hiç bıkmıyor onun inci tanelerinin geçtiği yerleri öperken. Dudaklarını tekrar buluşturuyor sevdiği. İnci tanelerinin tuzlu tadı da karışıyor dudaklarına bu sefer. Sadece kendi taneleri değil onunda tanelerinin tadı karışıyor aslında. Daha ağır bir hüzünle ayrılıyor, önceki gibi bir hüzün değil bu. Dolu gözleri birbirlerine bakarken burnunun ucuna bir öpücük konduruyor sevdiği çocuk, bu onun huylanmasını sağlarken minik kıkırtılar çıkartıyor ışıldayan dolu gözlerine rağmen. Burnunu çekip bir gülümseme konduruyor yüzüne. Ellerini sevidiğinin sincap suratına çıkartıp parmakları ile dudaklarını iki yana çekiştiriyor ve onunda yüzüne bir gülümseme yapıştırıveriyor. Elleri hala yanaklarındayken son kez kendine çekip gülümsemesinden öpüveriyor onu. Bu karşısındakinin daha çok gülümsemesine sebep oluyor.

Aralarında dolaşan kasvetli havaya karşı gülerek söylenmeye başlıyor Minho.

"Biraz daha burada uzanmaya devam edersek hasta olacağız gibi."

"Olsun" deyiveriyor Jisung. "Olsun, seninle hasta olmakta güzeldir." Gülümsemesi daha büyüyor Minho'nun.

"Hadi hadi" diye söyleniyor uzandığı yerden kalkmaya çalışırken. Kendisi kalkınca hala yerde uzanan bedeni de kaldırıyor hemen. Yolu bilmediğinden Jisung'u takip etmek durumunda kalıyor yine.

Patika da dönüş yolunu ellerindeki telefonlarla aydınlatırken aklına gelen soruyu soruyor Minho.

"Var mı başka bunun gibi hikâyeler?"

"Var ama başka zamana artık."
___________________

*976
sonraki bölüm final, sona geldik. fazla yarım kaldı bu hikâye, bitmeli artık.
umarım bölümü beğenmişsinizdir

19.07.2021

smoke Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin