Tıkırtı sesi gelince oturduğu yerde kıpırdandı yavaşça. Kendisine daha uygun bir pozisyon bulup uykusuna devam etti. Sessiz alanda tekrar bir tıkırtı sesi geldi. İçerden değil daha uzaktan geliyordu ses. Huysuzca kıpırdanıp gözlerini açmaya çalıştı Minho. Birkaç deneme sonrası başarmıştı gözlerini açmayı. İçeriyi aydınlatan tek ışık kaynağının, soluk ay ışığı olması onu meraklandırmıştı. Ne kadar süredir kapının arkasında iki büklüm durduğunu merak ediyordu.
Tekrar bir tıkırtı sesi yükseldi. Olduğu kattan değil de yukarıdaki kattan geliyordu ses. Oturduğu zeminden kalkmaya çalışırken bedenin ne kadar çok uyuştuğunun da farkına varmıştı. Bedenini hareket ettirip ayağa kalktığında sessizliğin içinde bir tıkırtı sesi daha belirdi.
Basamakların sonuna ulaştığında elini duvara koymuş, anahtarı bulup üzerine dokunduktan sonra koridor aydınlanmıştı. Görünürde hiçbir şey yoktu. Kendi odasına girdi sonra. Tekrar bir tıkırtı sesi. Pencerenin önünde durdu bu sefer. Kulbu tutup açtı pencereyi sonra. Yüzüne çarpan ılık esinti onu mayıştırmıştı.
"Lee Minho"
Kendi ismini bu tanıdık sesten duyması ile kafasını camdan çıkartıp aşağıya bakmıştı. Karanlıkta olsa seçebilmişti bu simayı. Nerede görse tanıyacağı bir yüzdü.
"Jisung" istemsizce dudaklarından dökülmüştü adı.
Aşağıda kalan genç başını yukarı kaldırmış ve Minho ile göz göze gelmişti. Yüzünde belli belirsiz bir gülümseyiş vardı.
Birbirlerinin gözlerine odaklandıkları bir kaç dakikayı arkalarında bırakırken sonunda, Minho bu bakışmayı bölmüş ve hızlıca alt kata inip bahçeye çıkmıştı.
Kapıdan çıkan bedeni fark ettiğinde yukarıya diktiği başını eğmiş ve ona yaklaşan bedene döndürmüştü bakışlarını genç.
Kendisine yaklaşan her adımda kalbine dur diyemiyordu. Öylesine hızlı atmaya başlıyordu ki sanki bir koşudaymış gibi hissetmekten alıkoyamıyordu kendisini. Sevmiyordu. İçindeki o kan pompalayan lanet organını hiç sevmiyordu. Sırf onu gördü diye bu kadar hızlanmasını; her gördüğünde ayaklarının bağının çözülmesini; güzelliği karşısında ona tapma isteğini; hiç sevmiyordu bunları.
Ama onu çok seviyordu, haddinden fazla seviyordu. Kendine hiç layık görmediği bir şekilde seviyordu. Tek sebebi oymuşcasına; onu kaybettiğinde kendini de kaybedecekmişcesine; delicesine ama bir o kadar da akıllıca; annesinden kendisine kalan son armağanmış gibi seviyordu onu, her şeyiyle. Böyle sevmeyi, kendine hiç layık görmüyordu işte. Kendisine layık gördüğü sevgi; hunharca olanıydı. Böylesine hoş bir biçimde olanı değildi.
Sarsak adımlarıyla ilerletiyordu bedenini. Ay ışığının yüzüne yansıdığı gence yaklaşmaya çalışıyordu ancak o, önce davranıp hızlıca gelmişti yanına.
Dibinde duran ve ay ışığının yüzünü aydınlattığı gençten gözlerini çekemiyordu hiç. Hızlanan kalbi artık hiç söz dinlemiyor, daha da hızlanıyordu. 'Aptal şey' diye defalarca içinden söyleniyordu.
Ne diyeceğini bilememiş ve bu güzel görüntü karşısında yutkunmakla yetinmişti sadece. Ne diye gelmişti buraya, onun karşısında böylesine tepkisiz kalacağını bile bile niye gelmişti? Çakır keyif haliyle gelmişti buraya kadar ama neden gelmişti? Geldiği yolu arşınlayarak geri gitmek istiyordu; onun yanından ayrılmak hatta burayı, bu şehri, bu ülkeyi bile terk etmek istiyordu. Ama tek yapabildiği, ay ışığının vurduğu yüzünü izleyerek dakikaların geçmesini beklemekti.
Sorgularcasına kendi gözlerinin içine bakan bu gözlere verecek bir cevabı yoktu; anlamasını bekliyordu sadece.
"İçeri geçelim" cevabı bulamayacağını anlayıp sessizce mırıldanmıştı Minho.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
smoke
Fanfictionsquxrrelx Artık şu lanet olası şeyi kullanmayı bırak. kxttyknow Bu seni ilgilendirmez tw/ kan, intihar, argo ve küfür, rahatsızlık verici davranışlar, sigara ve madde kullanımı [dram.] ikibinyirmi mayıs