Sözleştiğimiz restoranın yakınlarında arabamı park ettiğimde -çok kalmayacağım için valeyle uğraşmak istemiyordum- dikiz aynasını kendime çevirerek siyah renklerle çevrili gözlerime baktım. İyi göründüğümü biliyordum. Güzel bir kadın olduğumun da farkındaydım ama bu gece için daha da özenmiştim. Çünkü ne kaybettiğini görmesini, pişman olmasını ve etkilenmesini istiyordum. Güçlü olduğumu, her şeyi ardımda bıraktığımı ve hayatımın çok güzel geçtiğini bilmeliydi.
Dün o küçük odada birbirimize verdiğimiz sözleri tutmuştuk. Ona geleceğimi söyledikten sonra gelmem gereken restoranı söylemiş ve sonra da içeri geri dönerek röportaja kaldığımız yerden sorunsuz bir şekilde devam etmiştik. River fotoğraf makinesiyle onu LA manzarası arkasındayken birkaç fotoğrafını çekmiş ve ardından oradan ayrılmıştık. Ayrıldığımızdan beri de düşündüğüm tek şey geçmişti. Ve şimdi buradaydım. En güzel elbiselerimden birisi üzerimdeydi.
Kendimi hazır hissedince küçük el çantamı da alarak arabadan çıktım. Arabayı kilitleyip anahtarı çantama koyduktan sonra dik bir şekilde restorana doğru yürüdüm. Genç bir çocuk beni kapıda karşılayıp kim olduğumu öğrendikten sonra bana içeri kadar eşlik etti. Tüm şehri altına almış bu muhteşem salonda ondan başka kimse yoktu. Masaların hepsi boş, sadece o, cam kenarındaki bir masada oturmuş bir halde bekliyordu.
Beni buraya getiren gence bir teşekkür ettikten sonra kendim devam ettim. Topuklu ayakkabılarımdan çıkan sesle birlikte olduğum tarafa döndüğünde donuk bakışları bana saplanmış ve karşısına oturana dek gözlerini üzerimden çekmemişti.
Bunu düşünmek istemezdim ama o da harika görünüyor. Giydiği beyaz gömleğin yakası açık, kollarını kıvırmıştı. Takmaktan vazgeçmediği gümüş aksesuarları da üzerindeydi.
Çantamı masanın kenarına bıraktığımda hoşnutsuz bir sesle "Neden kimse yok?" diye sordum.
"Öyle olmasını istedim."
Umursamaz tavrımla başımı sallayıp rahatça arkama yaslandığımda bacağımı diğer bacağımın üzerine atıp kollarımı birbirine bağladım.
"İyi, hemen siparişi verelim. Fazla kalmayacağım."
"Siparişi çoktan verdim."
"Keşke ne yiyeceğime kendim karar verseydim."
Masadaki beyaz şarapla dolu kadehini dudaklarına götürüp bir yudum almadan önce bana cevap verdi. "Ne sevdiğini unutmadım."
Sessiz kaldığımda şişeyi alarak önümdeki boş kadehi şarapla doldurdu. O sırada içeri giren iki garson beklediğimden de hızlı bir şekilde servisimizi yaptı ve daha yaşlı olanı yemekten keyif almamızı dileyip ihtiyaç duyarsak seslenmemizi söyledi. Onlara kibarca teşekkür ederken o ise sadece gitmelerini bekliyordu.
Garsonlar salonu terk edince yüzümü önümdeki tabağa çevirdim. Muhteşem kokuların yayılmasına neden olan soslarla hazırlanmış fileto tam da sevdiğim gibi az pişmişti ve sunum gerçekten harikaydı. Eh, onun gittiği bir restorandan da bu beklenirdi zaten.
Çatal ve bıçağı alarak yemeye başladığımda o da bana eşlik etti. Zaman zaman gözlerinin üzerimde dolaştığını hissedebiliyor ama ben tamamen ilgisiz kalıyordum. Üstelik ona bakmak, üzerinin kapandığını sandığım derin yaraları kurcalamaktan başka bir işe de yaramıyordu.
Birkaç dakika boyunca sessizliğimizi koruyarak sadece yemeklerimizi yedik. Sonrasında "Çok suskunsun." diyerek bu sessizliği bozduğunda yüzümü ona kaldırmıştım.
"Yemeğimi yiyorum."
Gülümsedi. "Hemen mi gitmek istiyorsun?"
"Evet."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
persona • zm
FanficSev beni. Çünkü aşk yok ve ben elimden gelen her şeyi denedim. -Jonathan Safran Foer 25920