11: Yalnızca sen, sen ve ben. Sen, ben.
●
Yorum yapmayanlara trip atiyorum iyi okumalar...
Okula yaklaştığım için yavaşlayan adımlarım, demir kapının bağlandığı krem rengi duvara yaslanmış; uzun saçları ensesinden kıvrılarak hafifçe havalanmış ve kafasını hafifçe geriye yatararak sigara içiyor olan Kim Taehyung'u görmemle eskisinden daha da hızlandığında amacım onu hızlıca geride bırakmaktı.
O gün yaşanılan olaydan sonra kısa bir süre de olsa yüzünü görmek istememiştim çünkü hem karşısında ağlayarak onun beni giydirmesine izin verdiğim için utanıyor, hem de adını henüz öğrenme gereği duyduğum Yubin'e de aynı elbiseyi alarak yanında gezdirdikten sonra benimle yakınlaştığı için sinirden köpürüyordum. O kıza sinir oluyor olabilirdim, onu kıskanabilirdim ama ikimizi de aynı anda idare ediyor gibi davranması onun için de üzülüyor olmama sebebiyet veriyordu; Kim Taehyung'la çıkıyordu ve eminim ki bu dünya üzerinde herkesin yaşayamayacağı, özel bir şeydi ama Kim Taehyung tuvalet köşelerinde uyluğumdan şarap emerken ona sadık görünmüyordu. Üstelik, bakışlarını üzerimden çekmiyor; geceleri evime geliyor, bana annesinin aldığını söylediği bir elbise hediye ediyordu, Tanrı aşkına, kim böyle bir sevgilisi olsun isterdi ki? Ayrıca ben de, ikinci insan konumunda olmaktan çok fazla korkuyor ve dolayısıyla ondan uzak durmak istiyordum.
Fakat inanın, bu mümkün falan değildi.
Çünkü o parlıyordu. Elimde olsa koredeki tüm sözlükleri alarak baştan yazar ve parlamak kelimesinin anlamını onun ismiyle değiştirirdim çünkü Kim Taehyung sönük kalmaktan en uzak insandı, yalnızca dikiliyordu; yuvarlak kalçası okulun pürüzlü duvarına yaslanmıştı ve beli o kadar inceydi ki kalçası yaslandığında o içeri doğru bükülüyor ve duvarla arasında boşluk oluşturuyordu. Uzun bacaklarında sıkı, yalnızca sağ dizinde yırtık olan siyah bir kot vardı; çok zengindi ve bunu göstermekten asla çekinmeyerek bu yıl tüm harçlığımı biriktirsem de alamayacağım ağırlıkla kırmızı rengin oluşturduğu bir bomber giyiyordu ve saçları öyle kıvırcıklaşmıştı ki parmaklarımı geçirerek dağıttığımı hayal etmeden duramıyordum. Yüzü her zamankinden daha esmerdi çünkü en ufak bir makyaj kalıntısı dahi yoktu, parmaklarının arasından gidip gelen sigaranın uğradığı dudakları kupkuru ve koyu renkliydi, yine de onu asla tanımasam ve o bu üstündekileri giymese bile bir kez daha dönüp bakardım.
Önünden geçmek zorunda olduğumdan beni görmemesini ve herhangi bir şey söylememesini umarak çantamı sıkıca tuttuğumda Tanrı içimdeki hiçbir düşünceyi gerçekleştirmedi, Taehyung bir nefes üfledi ve sonra "Jeongguk!" diye seslendiğini duyarak durmak zorunda kaldım. Parmaklarım omzumdan sarkan çantamı sıkıca kavramış, gözlerim hafifçe kısılmıştı ve derin bir nefes alıp verdikten sonra gülümsemeye çalıştığım yüzümle yavaşça ona dönmüştüm ki tek kaşı kalktı, sigarayı yere atarak ayağıyla ittirdi ve gözleri sadece gözlerime odaklanmışken "Dün okulda değildin," dedi. Çantası falan yoktu, yalnızca ceketinin ceplerinin dolu olduğunu görebiliyordum. "Seni merak ettim."
Ona yalnızca hafifçe gülerek kafamı iki yana salladığımda bana doğru bir adım attı ancak boyunun uzunluğu dolayısıyla böyle yaptığında kendimi çok baskı altında hissettiğimden elimi hafifçe göğsüne yaslayarak kafamı kaldırmış ve "İyiyim," demiştim. Aramızda bir şey varmış gibi ona 'neden o elbiseyi giyiyordu?' diye sormak, hesap sormak veya surat asmak istemiyordum. Bu soruları sorması gereken kişi ben değildim, bu hakka sahip olan Yubin'di; neden peşimden geldiğini sorgulayabilir, Taehyung'a sinirlenebilirdi bile. Bense hiçbir şeyim olmayan bir adama, üstelik de bir sevgilisi varken böyle davranamazdım ve o günden sonra aklım yeni başıma geliyordu. "Neden merak ettin ki? Herkes bazen okula gelmek istemeyebilir."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
your eyes tell | taekook
Fanfictiontaehyung'un gözleri her şeyi anlatır, jeongguk ise hiçbir şey anlamaz.