Zaman hızlı geçiyordu. Mustafa Kemal Paşa'yla görüşmemin üzerinden tam tamına iki ay geçmişti. Albay'ın beni kurtarmasının üzerinden ise iki ay, bir hafta.
Bomba sesleri devam ediyordu, ben bilgi almaya devam ediyordum. Yalnız kalmaya alışmak mecburiyetinde kalmıştım. Artık hiçbir şey eskisi kadar acıtmıyor, vatanıma hissettiğim hisler dışında hiçbir şeyi hissedemiyordum. Belkide ben de insan olmaktan çıkıyordum. İnsan olmayanların arasında kaldıkça etkileniyor olmalıydım. Kişiler çevresinden etkilenirdi. Ben de artık insan olamayacak kadar kişilerdendim.
Karşımda hem insanlar, hem insalık, hemde İnsan ölüyordu. Hiçbir şey yapamıyordum. İnsanlar artık insanlığın getirdiği merhamete ve acımaya katlanamıyorlardı. Birbirlerini öldürüyorlardı. Ben artık kimse ölmesin istiyordum, kişiler değil, insanlar olmaya devam edelim istiyordum.
Thomas'a baktım, sonra Frank'a, Harry'e ve daha nice askere. Yüzlerinden düşen bin parçaydı. Sormaya korkuyordum çünkü içimdeki o iğrenç his, zihnimi bulandırıyor sağlıksız bir şekilde düşünmeme neden oluyordu.
Ben artık sağlıksızda düşünmek istemiyordum. Çünkü düşüncelerimin çoğunda Albay varken, onun yanına kötü şeyleri yakıştıramıyordum. Ne kadar korkusuz bir asker olduğunu ve düşmanım olduğunu bilsem bile buna mani olamıyordum. Albay beni bedenen yalnız bırakmış olabilirdi ama hiçbir zaman zihnimin kapısını çarpıp çıkmamıştı.
"Thomas." dedim artık içimdeki bulanıklığa engel olamayarak. Sağlıksız hareket ediyordum. Kızarık olan gözlerini bana kenetledi. Bütün askerlerin gözlerinin kızarık olması beni korkutuyordu. "Bir şey mi oldu?"
"Bunu söyleyemem Maria." dedi akan gözyaşını silerek.
"Neden?" dedim, kalbimin kendini belli ederek tekrar atmaya başladığını hissediyordum. Korku bütün vücudumu esareti altına almış, bedenime bir ölü gibi buz kestirmişti. İnsan bence, korkuncada biraz ölüyordu.
Yüzüme bakmayı kesip kaldırımlara baktı. Belkide sevdalandığı bir kadın vardı ve kaldırımlara bakıp onu hatırlamak istemişti. Ama bütün askerlerin sevdalısı olduğunu ve aynı anda hepsinin sevdalarıyla ilgili bir şey düşündüğünü sanmıyordun. Hem Thomas birini sevseydi bana söylerdi. Kaldırımlar bu sefer aşkı değil, derdi misafir etmişti.
"Albay." dedi.
"Hangi Albay?" dedim. Birden fazla albay olabilirdi ama benim hayatımda sadece bir albay vardı, bunu bile bile bir umut sormuştum. Belkide başka bir albaydı. Askerler albay olabilirdi ama hiçbir zaman bir Albay olamazlardı. Thomas'ta albay demişti Albay dememişti.
İçimde tarifsiz bir sızı belirmişti. Kalbim o sızıyı pompalamaya başlamıştı, damarımdan kan yerine o sızı akmaya başlamıştı, zihnim o sızıya yön vermeye çalışmıştı.
"Albay Joseph." dedi sertçe yutkunarak. Gözlerindeki yaşları benden saklamak ister gibi bakışlarını gökyüzüne çevirdi.
"Ne oldu Albay'a?" ayağa bir anda kalktığımda üstümdeki çiçekli elbise dizlerime kadar zar zor uzanmıştı.
"Ateş hattında..." dedi.
"Ne oldu Thomas?!" sesimi tanımıştım, ben bu zamana kadar vatanıma bir şey olunca hep böyle konuşurdum. Albay vatanım değildi. Ama Albay için böyle konuşmuştum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
1920| kalplere sızmış işgal.
RomanceAlbay, işgali yanlış anlamış olmalıydı. Yoksa kalbime bu denli sesli bir biçimde girmiş olması akla kâr değildi. İşgal sokaklarda ve kalplerimizdeydi.