Savaşlar bitmiş ve herkes barış içindeymiş gibi hissettiğim bir güne uyanmıştım. Bunun nedeni neydi bilmiyordum, büyük ihtimalle sabah sabah boynundan çalmış olduğum o güzel vatan kokusuydu bana bunu düşündüren. Bir düşman askerinin yüzümde güller açtırdığını hatırladıkça kötü hissediyordum ama, aramızdaki bu isimsiz bağlılık sayesinde bunu hissetmemem gerekiyor, kendimide böyle telkin ediyordum.
Çıplak göğsünde parmak uçlarımı dolaştırıyordum, yaklaşık üç saattir uyanıktık ve kahvaltımızı yaptıktan sonra tekrar odaya çıkmış ve yatağa uzanmıştık. Göğsünde yatıyordum, o da saçlarımı okşuyordu. Oldukça huzur kokan bir manzaraydı burası, gözleri vardı bir kere, dünyanın en güzel manzarasından dahi güzeldi gözleri. Bana bunu düşündüren aşktı, başka bir şey olamazdı.
İç çekip burnumu boynuna yasladım, kokusunu ne kadar çok sevdiğim davranışlarımdan belli oluyor olmalıydı. Kendine has o güzel kokusu içimdeki bütün özlemi bastırıyordu. Ona aşık olduğum gibi kokusunada aşıktım. Ben ona çok aşıktım. Bu kelime dahi anlatırken eksik kalıyordu ama insanlar arasında böyle derlerdi, daha fazlası olan ve aşk kabından taşan bir histi benimkisi. Sadece adım sesini duyduğumda dahi kalbimin hızlı atışı buna en güzel örnekti. Attığı adımlarına kadar seviyordum onu.
Belimdeki elini sırtıma doğru kaydırıp saçlarımda parmaklarını gezdirmeye devam etti. Kollarımı iyice sardım bedenime. Sanki kollarımı bir santim çeksem, benden binlerce kilometre uzağa gidecekmiş gibi bir his gün yüzüne çıkmıştı içimde.
"Aklıma o kadar takılan şey var ki Cadı, düşüncelerimi dahi bir sıraya koyamıyorum." beklenmedik bir anda, derin sesiyle konuştuğu için irkilmeden edememiştim.
"Konuşmak istersen konuşabiliriz," başımı boynundan çekip, ela gözlerine baktım. "İstemezsen sorun değil."
"Boşver," dedi gözlerindeki ciddiyeti benden saklamak ister gibi, başımı tekrar boyun girintisine sokarak. "Hayal kuralım."
"Savaş varken hayal mi kuracağız?" bu sorunun cevabı benim için belliydi, hayır. Ama onun cevabını merak ediyordum.
"Yaşatıyor," dedi mırıltıyla. "Başla."
"Nasıl başla?" dedim başımı kaldırmaya çalışarak lakin engel olmuş, kolunuda belime sarmıştı. "Bir anda nasıl gelsin aklıma?"
"Yardım edeyim o halde," dedi dudaklarını saçlarıma bastırarak. "Nasıl bir evin olsun isterdin?"
Düşünüyormuş gibi bir ses çıkardım ama cevap belliydi: "İçinde senin olduğun." dedim utana sıkıla. Ona yeni yeni sen demeye başlıyordum ve bu oldukça zorlayıcıydı. Çünkü o hep Albay'dı. General olsa dahi Albay'dı.
"Başka?" dedi.
"Bir sürü kedi ve Kedi," beni dinlediğini belli etmek için ufacık bir mırıltı bıraktı. "Kitap, şömine, gramofon ve mavi kapaklı defterler."
"Mavi kapaklı defterler?" dedi sanki defterlerinden bir habermiş gibi.
"Bana hiç okutmadığın mavi kapaklı defterlerinden bahsediyorum," dedim derin bir iç çekerek. "Niye okutmuyorsun?"
"Zaaf bu," dedi garip bir tonlamayla. "Zaaflar gizli kalmalı."
"Zaafın mavi kapaklı defterlerin mi?" dedim başımı geriye çekerek. "Gizli gizli okusam?"
"Bulamayacağın bir yerde," dedi burnumu iki parmağının arasına sıkıştırarak. "Cadılık yapma. Okumayacaksın onları."
"Ama..."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
1920| kalplere sızmış işgal.
RomanceAlbay, işgali yanlış anlamış olmalıydı. Yoksa kalbime bu denli sesli bir biçimde girmiş olması akla kâr değildi. İşgal sokaklarda ve kalplerimizdeydi.