18 Kasım 2013
14:23
Bu gün ile beraber ona kapılmamın ardından takvimde yapraklar yine değişti. Tam tamına iki ay, on gün, on bir saat yerini alıyor.
Oldu. O kadar oldu.
Ama onu ömrüm boyunca tanıyormuşum hissi nedense bünyemden gitmiyor. Onu gördüğüm o an bu his ruhuma işleyip, daha da büyümeye devam ediyor. Sınıfa ilk girişini her zaman hatırlıyorum. Geç kalmıştın. Sınıfın kapısının tıklama sesi hala kulaklarımda yankılanıyor. Bakışlarım sesle kapıya gitmiş, kapı açılmış ve o an seni görmüştüm. Dışarıda yağmurun sesi, senin içeriye giriş adımlarına karışmıştı. Siyah saçlarında yağmur damlaları ışıldamış, hocadan özür dileyerek, bulduğun bir yere sinmiştin. Sesini o zaman duymuş, kalbim sıkışmıştı. Yeşil gözlerin hiçbir yere değmemiş, sessizce öylece oturmuştun. Sonra bu hep devam etti. Sen hep sınıfa girdin, gözlerim sahibini bulurcasına sana kilitlendi.
Benden haberin olmadı. Bakışlarımı hiç hissetmedin.
Bugünde aynı o gün ki gibi yağmur yağıyor. Sınıf bomboş. Yağmur sesi kampüsün bahçesini ıslatıyor, huzur sesleri pencerenin kenarlarına vuruyor. Sınıfa daha kimse gelmedi. Aslında ben erken gelmeyi ve defterimi doldurmayı seçtim.
Sarı saçlarımı örten şapkamı kulaklarıma biraz daha çekiştiriyorum. Dışarıya vuramadığım duygularımı, kelimelerin yardımıyla yazıya dökmeye devam ediyorum. Şimdide seni anlatıyorum. Toprak Öztürk. Sana yazdığımı hiçbir zaman bilmeyeceğin, kelimelerimi sana tüketiyorum.
İşte o an ansızın kapı açıldığında ise kalemim defterimde duraklıyor, gözlerim yerinden kalkıyor ve hiç beklemediğim bir şey oluyor. Saniyeler dakikaları kovalamada yavaşlıyor, zaman daralıyor. Kalbim ise tam tersine hızlanıyor. Elimdeki kalem, sıraya yavaşça düşüyor.
Çünkü sınıfa sen giriyorsun.
Seni görüyorum ve öyle kalıyorum. Bunu beklemiyordum. Bugün okulda olacağını bile bilmiyordum ama sen burada, hem de bulunduğum sınıfın kapısındasın. Yağmurda ıslanmışsın. Siyah uzun kabanının omuzlarında yağmur parıltıları parlıyor. Saçlarının ıslanmasıyla, birkaç tutamın alnına değmiş. Omzunda defterlerini koyduğun siyah evrak çantasını anımsatan çantan var.
Yeşil gözlerin, tüm boş sınıfta dolanıyor, bulunduğum kısımda duraklıyor. İşte o zaman gözlerin gerçekten beni görüyor. Avuç içlerimin terlediğini hissediyorum. Kalbimin hızlanışı kulaklarıma baskı yapıyor, midem bulanıyor gibi oluyor.
Bunu gerçekten hiç beklememiştim.
Yeşil gözlerinin kahverengi gözlerime temas edeceğini hiç düşünmemiştim.
O an acele ettiğini bile anlamıyorum. Gözlerinde kafanın karıştığına dair, bir bakış var. Sende bunu beklemiyordun, bunu gözlerinde görebiliyorum. Başka bir şey arıyordun, bunu çok belli ediyorsun.
Konuşmalı mıyım? Ne aradığını sormalı mıyım? Ne diyebilirim ki?
Ama sen aradığını bulamamış gibi, geldiğin gibi kapıdan çıkıyorsun, geldiğin gibi gidiyorsun. Beni öylece önümdeki defterde, sana yazdıklarımı bilmeden kapıyı kapatarak, yalnız bırakıyorsun.
Sınıftaki sessizlik kulaklarıma çarpıyor, donakaldığımı hissediyorum. Rahat bir nefes almam gerekirken, neden nefes alamıyorum? Rahatlamam gerekmez miydi? Aklımda bir düşünce dolanıyor. Eğer biraz daha dursaydın, seninle konuşabilir miydim?
Buna cesaret edebilir miydim?
Bunu hiçbir zaman öğrenemeyeceğimin düşüncesi yüzüme tokat atıyor. Çünkü sen geldiğin gibi gittin. Belki de böyle bir ana bir daha şahit bile olamayacağım. Elimde sana yazdıklarım var ve ben sana söylemek istediklerimi sadece yazmaya devam ediyorum.
Ruhum acıyor, kalbim bildiklerimle sarsılıyor. Çünkü yeşil gözlerin yine beni görmedi, biliyorum.
Baktın ama görmedin.
Baktın ama görmedin.
***
Görüşmek üzere...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Papatya ile Toprak
Historia CortaBu benim günlüğüm. Ona yazdığım günlüğün sayfaları. Bu bir Papatyalı kızın, her sayfası Toprak kokusuna bulanana kadar yazdığı günlüğün sayfaları...