Bölüm 4; Oyun

54 7 8
                                    


Çığlığım asansör duvarlarından yansıyıp tekrar kulaklarımı tırmalarken, sinirden kızardığımı hissettim. Bugün kütüphanede yeterince sıkılmıştım; bir ikincisini daha kaldırabileceğimi hiç sanmıyordum. Küfür edercesine bir soluk verirken, eve geldiğimi fark ettim. Gayet sakin bir şekilde anneme gülümsedim ve odama girdim. Gülüşüm bir anda yok oldu, yerini öfkeli bir maymun suratı aldı. Çantamı odama girer girmez yere fırlattım ve sinir bozukluğuyla ağlamaya başladım. Alt katımızda oturan kişi, çoğu zaman evde olmadığı için rahatça tepinebilirdim. Yaptım da. Tekmelerim, parkede yankı yaparken annem odaya daldı.
"Ne yapıyorsun kızım sen?!"
"Şey.. Hiç.. Proje.." resmen kekeliyordum. Şimdi de annemin tüm gün sürecek nutuğunu dinlemek zorunda kalacaktım.
"Proje mi?" bir anda yüzü parladı, sevinmişti çünkü asosyal kız yıllar sonra biriyle proje ödevi sayesinde iletişime geçmişti. Kim olsa sevinirdi..
"E-evet proje." yalan söylediğim için iç çekerken, annem gururlu bir şekilde yüzüme baktı ve odadan çıktı. Titreyen telefonum beni korkuturken, gözlüğümü düzelttim ve onu elime aldım. Gelen mesaj, henüz kaydetmediğim Arda'dandı. Sinirle Whatsapp'a girip ne yazdığına baktım;
"Selam adsız, proje ödevimiz için ne zaman hazır olursun?"
"Benim bir adım var ve sen de adımı biliyorsun. Bir dahakine hitap şekline dikkat edersen sevinirim."
"Adını bildiğimi nereden biliyorsun?" lanet olsun, pot kırmıştım. Alaycı gülümsemesini buradan hissedebiliyordum.
"Konumuz bu değil, proje ödevi için, bir daha ne zaman kütüphaneye çıkasım gelirse; o zaman haber veririm ve son kez buluşup, işi hallederiz." ve asla haber vermeyecektim. Şeytanî bir gülüş attım ve gelecek olan mesajı beklemeye başladım.
"Pekâla, bir dahakine söylersin ve buluşuruz."


Bu konuşmanın üzerinden yaklaşık 1 hafta geçmesine rağmen, Arda'ya mesaj atmamıştım ve o da bana atmamıştı. Bir andan neden atmadığını merak ederken, bir yandan şu sıralar olağandışı bir şekilde çok fazla yalan söylemeye başladığımı fark ettim.

Beni -her zamanki gibi- düşüncelerimden sıyıran telefon titremesi, kalbime yumru indirdi. Çünkü bu sefer tam anlamıyla dalmıştım.
"Pencerene çık." anlam veremediğim bu mesaj, Arda'dan gelmişti. Hoş, gerçi tüm anlam veremediğim mesajlar ondan geliyordu çünkü sadece onunla mesajlaşıyordum.
"Pencerene çık!" bana tekrardan daldığımı hatırlatan bu mesaj, ürpermeme sebep oldu.
"Neden?"
"Pencerene çık."
"Klavyen mi bozuldu, neden aynı cümleyi tekrarlıyorsun?"
"Senin de hafızan mı bozuldu, neden aynı cümleyi tekrarlatıyorsun?" haklıydı. Pencereme çıktım ve tam alt pencereden bir balon yükseldi, yakalayıp odama aldım. "Bu da neyin nesi?" diyen iç sesim, her zamanki gibi mantıklı konuşuyordu.

Beyaz renkteki uçan balon, çok tatlıydı. Elimde evirip çevirirken, içinde siyah bir şey olduğunu fark ettim. Dikkatli bakınca, bu rulo hâlinde bir nottu. Balonu patlatmaya karar verdim, ama bu çok ses çıkarırdı. Battaniyenin altına koyup patlatmak; bir nebze de olsa sesi azaltır diye düşündüm. Balonu, törpümün ucuyla patlatıp meraklıca notu açtım.
'Kütüphane, A sırası, 18. kitap.' Böyle maceraları çok sevdiğimden, o an Arda'ya hesap sormak aklımın ucundan bile geçmedi. Hızlıca kabanımı üstüme geçirerek dışarı çıktım. Üstümü değiştirme gereksinimi duymadım, zaten altımda eşofman vardı ve kıyafetimi kabanın fermuarını çektiğim için kimsenin göremeyeceğini düşündüm.

Kütüphaneye vardıktan sonra, kâğıtta yazdığı gibi A sırasına geldim. 18. kitap, "Aramızdaki Mesafe"ydi. Peki şimdi ne olacaktı, notta sayfa yazmıyordu. Çareyi sayfaları aşağıya doğru sallamakta buldum. Yere bir kâğıt daha düştü. Hemen eğildim ve aldım.
"Kırtasiye."
Bu da neyin nesiydi? Şimdi bir de kırtasiyeye mi gidecektim? Beni buraya kim getirmişti? BEN NEREDEYDİM?

Kütüphaneye geldiğini yeni fark eden müptezel ben, şuan şok geçiriyordu. Hemen Arda'yı aradım. Telefonu kapalıydı. Aksi gibi hava da yağmurluydu. Şimdi eve nasıl gidecektim? En iyisi anın tadını çıkarmaktı çünkü uzun zamandır -bir haftadır- Arda ile karşılaşmamak için buraya gelemiyordum. Ama pekâla yağmurun biraz daha dinmesi için burada ruhumu dinlendirebilirdim.

Yaklaşık yarım saat sonra, kütüphaneden çıkmış, kırtasiyeye doğru, asker adımlarını andıran sinirli adımlarla yürümeye başladım.

Aydın amca beni görür görmez "Kızım, nerelerdesin sen, kaç dakikadır seni bekliyorum." dedi. Halbuki hiçbir şeyden haberim yoktu.
"Ne oldu ki?"
"Bir delikanlı tuval kâğıdı bıraktı, sen söylemişsin bırakmasını. Bugün senin geleceğini ve sana vermeden bugün burayı kapatmamam gerektiğini söyledi. Benim de işim çıktı. Neyse al sen şunu bir daha da bırakma bana bir şey." tüm bu karmaşanın içinde Aydın amcanın tatlı telaşına ve sitemine güldüm. Kırtasiyeden eve doğru giderken tuval kâğıdını inceliyordum. Birden dikkatimi parlak bir şey çekti. Kağıdın paketinin üzerinde bir yazı vardı, fosforlu kalemle yazılmıştı. Ama ne yazdığını okumaya çalışırken birden bir damla yağmur düştü ve yazı yok oldu.

Tahminime göre bu da Arda'nın işiydi. Ama onu dinleyip kütüphaneye, oradan kırtasiyeye gideceğimi nereden bilmişti? Bu sefer de bir gök gürültüsü, beni bu soru işaretlerinden kurtardı ve bir anda bardaktan boşanırcasına yağmur yağmaya başladı. Ne yazık ki kabanımın kapüşonu yoktu ve yanıma şemsiye de almamıştım. Bugün, yaşadığım en berbat gündü.

Koşa koşa apartman kapısının önüne geldiğimde, kendimi dışarıdan görsem kesinlikle dalga geçerdim. Her yerim ıslaktı ve suratımda önünden oyuncağı alınmış bir bebek gibi bir ifade olduğuna dair hiçbir şüphem yoktu. Tüm bu düşünceleri bir kenara bırakıp asansörü çağıracaktım ki..
LANET OLASI ASANSÖRÜN IŞIĞI YANMIYORDU.
ASANSÖRÜN IŞIĞI YANMIYORDU
IŞIK YANMIYORDU.
Elektrik gitmiş olmalıydı. Okkalı bir küfür savurduktan sonra yavaşça merdivenlerden çıkmaya başladım. On dördüncü kata geldiğimde çok tükenmiştim ve biraz olsun dinlenmek istedim. Sırtımı kapıda yasladım. Yaklaşık beş dakika boyunca dinlendikten sonra kapıdan destek aldım ve- o da ne? Kapıda, balonun içinden çıkan kâğıtla eş bir kâğıt vardı.

Dikkatlice aldım ve üstünde yazan şeyi okudum.
"Dam"
"E ÇÜŞ ARTIK!" iç sesim istediğini diyebilirdi, çünkü ben de aynen böyle düşünüyordum. Dam, bizim bulunduğumuz katın iki kat üzerindeydi ve sanırım oraya çıkıp Arda'ya bağırıp geri aşağı inebilecek kadar gücüm vardı.
Dama çıktığımda, beni şok edebilecek kadar güzel bir manzarayla karşılaştım. Damımız tam denize bakıyordu ve Arda da tam denize bakan cepheye çok hoş iki koltuk yerleştirmişti. Koltukların önünde ise bir çalışma masası vardı. Hafiften yağmur yağdığı için, ıslanmasınlar diye çadır tarzı bir şey kurmuştu. Kitapların yanında portakal suyu ve birkaç çeşit kurabiye vardı. Tüm günümü burada geçirebilirdim, evet, ama şuan Arda'ya kızmam gerekiyordu çünkü onun yüzünden ıslanmış ve on yedi kat çıkmıştım.

"Hoş geldin Kumsal." adımı söylediğini tam olarak ilk kez duyuyordum. Aslına bakılırsa ikinci kezdi, anneme de söylemişti ama tam olarak duyamamıştım. Adımı farklı birinin ağzından duymak, beni garip hissettirmişti.
"Heey! Duymuyor musun?" elini yüzümün önünde sallandığında, tekrar sahte bir ciddiyete büründüm.
"Duyuyorum Arda. Neden beni buraya kadar sürükledin? Söylesen kendim de gelirdim."
"Ama bir haftadır gitmediğin kütüphaneye gidemezdin ve tuval kâğıdı alamazdın." Elimdeki poşeti işaret etti. Haklıydı.
"Her neyse. Neden beni buraya çağırdın?"
"Proje ödevi için. Sabah aklımda olan bir şeydi ama annen, öğle saatinde birden dışarı çıktığını ve ona haber vermediğini söyleyince proje ödevi için kırtasiyeye gittiğini söyledim. Böylece kesinleşmiş oldu. Açıkçası işimi kolaylaştırdın çünkü annene haber vermiş olsaydın tüm bu hazırlığım boşa gidebilirdi." kollarını iki yana açtı ve ellerini çaktı.
"Anladım. Öyleyse ben inebilirim çünkü bu saate kadar kırtasiyeye gitmiş olsaydım dönmüş olacaktım." bir anda yüzü düştü.
"Peki öyle olsun Kumsal, sen bilirsin, görüşmek üzere." bir anda eşyaları toplamaya başlayınca hâline üzüldüm.
"Ama şu kurabiyeler fena durmuyor değil." düşen yüzü tekrar düzeldi.
"Evet, ben yaptım."
"Ne?"
"İnanmadın mı?"
"İnanmadım."
"Tadına bakarsan inanacağına eminim." dediğini yapıp tadına baktım. Bu, Sahra teyzenin kurabiyelerine hiç benzemiyordu. Annem devamlı günden kalan kurabiyeleri getirdiğinden, apartmandaki her ablanın kurabiyesini biliyordum. Hele anneminkine ya da pastanelerinkine hiç benzemiyordu hepsini tatmıştım. Ama çok güzeldi, bu yüzden Arda'nın yaptığına bir yanım inanıyor, bir yanım inanmıyordu.
"Bum!" kulağımda patlayan balon sesi, zaten soğuktan titreyen bedenimi iyice titretti. Bunu kimin yaptığına bakmak için kafamı kaldırdığımda, Arda'nın soğuk yüzüyle karşılaştım. Muhtemelen iki dakikadır bir cevap bekliyordu.
"Evet, güzel, sanırım sen yapmışsın, daha önce buna benzer bir tat tatmamıştım."
"Onu demiyorum, koltuğa otursana."
"Tamam." koltuğa oturdum ve Arda'ya da oturması için diğer koltuğu işaret ettim. Ama o, gelip yanıma oturunca okkalı bir tokat yapıştırdım.
"Ne yaptığını sanıyorsun sen?!"
"Ne yapmışım ben?" aslında düşününce gerçekten bir şey yapmamıştı; ben ise ona taciz etmiş gibi bir muamele yapmıştım.
"Haklısıni, özür dilerim." gülümsedi.

Yanıma oturduğu için titrememi hissetmiş olacak, ceketini çıkarmaya meyillendi. Ben de niyetini anlayınca buna izin vermedim. Kısa bir tartışmadan sonra, ikna olmuş gibiydi.
"Öyleyse yapacaklarımdan ben sorumlu değilim, adsız." bir anda kolunu omzuma attı ve başımı göğsüne yasladı. Ne yaptığını pek anlamasam da, bu beni gerçekten ısıtmıştı. Kalkmak için başvurduğum hareketler işe yaramamıştı çünkü gerçekten karşı konulamaz bir gücü vardı. Bunu asansörden kulaklığını çıkarmaya çalışırken gerilen kaslarını gördüğüm zaman anlamalıydım..

Hava, yağmurluydu. Bulutlar ağlarken ben, ısınmak için sinirlerimi bozan bir adamın kucağındaydım. Ama o kadar üşüyordum ki, kalkmak için fazla ısrarcı olmadım. Gittikçe soğuyan hava ve Arda'nın gittikçe ısınan kucağı; beni mayıştırdı. Uyku, beni davet ederken öncesinde buna itiraz etsem de, geceden beri uyuyamadığım için bunda da fazla ısrarcı olmadım.

Kendimi, ne kadar süreceğini bilmediğim bir uykunun kollarına teslim ettim..


Hayatımın TuvaliHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin