"SENİN DERDİN NE?" diyerek bağırdım karşımda beni sinir eden adama, ağlamamak için kendimle mücadele veriyordum. Ama nafile bir mücadele olmuştu. Çünkü, gözyaşlarım yine bana ihanet ederek, yanaklarımdan aşağıya süzülüyordu.
Arkası dönük olan Melih...
Bu dünyaya gelmeden önce annemin içinde bir parça ettim. Doğdum evlat oldum. Kardeş oldum.
Şimdi ise içimde can bulan varlığa anne oldum.
Ben anne oldum...
Bu öyle bir histi ki ne tarifi vardı ne de sözlerle anlatılabiliyordu. Bambaşkaydı... Çok ama çok başkaydı.
Hastaneden çıkmış evimize gidiyorduk. Melih bir eliyle direksiyonu tutuyor, diğer elinin avuç içini ise karnımın üstüne koymuştu. Sanki elini karnımın üstünden çekerse bebeğimiz gidecekmiş gibi elini karnımın üstünden çekmiyordu. Parmaklarının ucuyla ara ara karnımın üzerini okşuyordu.
Minik mucizemi ilk olarak Tunç'a söylemek istiyordum ve bunun için eve gidene kadar bekleyemezdim. Apar topar evden çıktığımız için telefonum yanımda değildi. Başımı bütün dikkatini yola veren Melih'e çevirdim.
"Hayatım telefonunu verir misin?"
Melih göz ucuyla bana bakıp karnımın üzerindeki elini çekti ve ceketinin iç cebinden telefonunu çıkartarak bana uzatırken "Telefonu ne yapacaksın?" diye sormayı da ihmal etmedi. Gözleri yolda ve benim üzerimde mekik dokurken, ben rehberden Tunç'u bulmaya çalışıyordum. "Evdekilere mi haber vereceksin?"
"Hayır..." dedim ve rehberde Tunç'un ismini bulmamla derin bir nefes alıp konuşmamı tamamladım. "Tunç abimi arayıp haber vereceğim."
"Ne yapacaksın?" dudaklarının kenarını yapmacık bir tavırla kıvırdı. Bozulmuş bir ses tonuyla "Daha biz yeni öğrendik. Tunç'a ne gerek var şimdi?"
Melih'i duymazdan geldim ve Tunç'u arayıp telefonu kulağıma koydum. Telefon çalarken Melih başını iki yana sallayarak tekrar elini karnımın üzerine koydu. Telefon üç kez çaldıktan sonra, Tunç telefonu "Melih?" diye yanıtladı.
"Alo, abi?"
"Güzelim."
"Nasılsın abi?" diye sormamla Melih'in karnımın üstünde duran elinin baskısı arttı. Sanırım ciddi ciddi bu durama bozulmuştu.