- Maden işçilerine ithaf edilmiştir-
Size dünyanın en güzel aşk hikayesini anlatacağıma söz veremem çünkü herkesin kendi aşk öyküsü en güzelidir. Yeşim'inkini diğerlerinden ayıran ve okumaya değer kılan, naifliği, masumiyeti ve inanılmaz oluşuydu.
Yeşil gözlerinden ötürü annesinin, ismini Yeşim koyduğu güzel kızın masum aşk hikayesini, gelin kendi ağzından dinleyelim:
"Soma'daydık. Küçük bir maden kasabasında, kıvrımlı yollarla döne döne çıkılan bir tepedeki küçük evde yaşıyorduk. Annem, babam, ben ve benden iki yaş küçük erkek kardeşimle birlikte. Küçük bir de bahçemiz vardı. Annemlerin yıllar önce kendi elleriyle dikip, suladığı elma, ceviz ağaçları. Bir köşeye maydanoz, salatalık hatta çilek ekmişlerdi. Ama köstebeklerle başımız dertteydi yaramazlar sebzelere dadanırdı. Babam maden işçisiydi. Sabah evden beyaz yüzle çıkar, akşam, kapkara geri dönerdi. Öyle son model televizyonumuz, akıllı telefonumuz yoktu ama mutluyduk. Bazen annemle babamın yatağına atlar; ikisinin de elini tutarak, aralarında uyurdum. Sabah menemen kokusu, çay kaşığı ve miyav sesiyle - bahçe hiç kedisiz kalmazdı ve kedilere deli oluyordum- uyanmak en sevdiğimiz şeydi çünkü pazar demekti ve babam pazarları evde olurdu.
Yedi yaşındaydım. İlkokul 2. sınıfa gidiyordum. Yaşadığımız küçük kasabanın en güzel yeri Acıgöl denilen göldü. Çevresi ormandı, ağaçlarla kaplı tepeler, rüzgarla hafif dalgalanan ve parlayan suya yansırdı. Yemyeşil çimenlerin içine gizlenmiş beyaz, pembe kır çiçekleri, gaklayan, vaklayan su kuşları, karşı kıyıda ağaçların arasından güneşin gözleri kamaştırarak, uzun huzmelerle suya vurması masal gibiydi. Suyun içindeki taşları hatta minik balıkları görebilirdik. Kışın, suya elinizi değdirirseniz buz gibi olurdu. O buz gibi suya Serdar'ı acımadan ittim.
Serdar'la aynı okuldaydık. O benden dört sınıf üstteydi. Çocukluk aşkımdı. Aşkın ne olduğunu bilmiyorduk tabii. Dünyanın en masum aşkıydı bu çocukluk aşkı denilen hayranlık. Gözüm hep kaçamak bakışlarla Serdar'ı arıyordu. Onun ilgisini çekmek için abuk sabuk şeyler yapardım. Mesela bir tepeye çıkar koşa koşa aşağı inerdim. Bir gün Serdar'ı benim uyuz olduğum Zehra ile yan yana görüp çok kızmıştım. Çünkü o kız da Serdar'a tıpkı benim gibi bakıyordu. Serdar'ın kuyruğundan ayrılmadığını fark etmiyor değildim. Sinsi şey! Gölde yürürken gıcırdayan ahşap bir iskele vardı. Ertesi gün Serdar'ı iskelede o kızla çubuk kraker yiye yiye konuşurken görünce iyice tepem attı. Görürsünüz siz? Kendiniz kaşındınız! Kızı da atmak istiyordum ama o zaman kızı kıskandığım ve Serdar'a aşık olduğum anlaşılabilirdi. O yüzden sadece Serdar'ı suya atmaya karar verdim. Kedi gibi sessizce arkasından yaklaştım ve FOŞ!
Yüzüme sıçrayan soğuk sular cildimi ürpertti. Derinlik diz boyuydu o yüzden boğulmayacağını biliyordum. Zavallı sudan ıslak sıçan gibi çıktı. Omuzlarını boynuna kaldırıp, ellerini göğsünde kavuşturarak, titreye titreye koşarken
"Anneeee! Yeşim beni suya attı!"
diye bağırıyordu. Ben de koşa koşa kaçtım. Zehra, şaşkınlıktan elindeki krakerleri düşürdü ve bana bağırdı:
"Manyak!"
"Sensin manyak!"
diye uzaktan seslendim. Dil çıkartmayı da ihmal etmedim.
Serdar birkaç gün okula gelemedi. Üşütmüş, hastalanmıştı. Annem beni azarladı tabii. Niye yaptığımı anlamadılar. Öğretmenin de kulağına gitmişti. O da fırçaladı. Hastalanması, okula gelememesi, yediğim azarlarla epey pişman olmuştum. Hatta geceleri uyumadan önce
"Allah'ım ne olur Serdar benim yüzümden ölmesin. Ölürse Cehennem'e atma beni ne olur. Kıskandığım için yaptım. N'apiim çok seviyorum Serdar'ı. Büyüyünce onunla evleniriz belki Allah'ım. Lütfen ölmesin."
diye dua ediyordum. Serdar iyileşip, okula dönünce benimle küstü tabii. Planım ters tepmişti şimdi o kızla daha samimiydi. Zehra sinsisi beni görünce yüksek sesle
"Serdar! Sakın o manyak Yeşim'e yaklaşma. Deli o! Manyak!"
diyordu. Pis!
İlkokuldan sonra Serdar ve ailesinin İstanbul'a taşındıklarını duyunca karalar bağladım. Serdar, buradaki maden ocağının sahibinin oğluydu. Çok zenginlerdi. Niye bu köy gibi yerde okusun ki?Haklıydılar gitmekte. Bir daha da onunla hiç karşılaşmadık. Babası ise madenin iki ortağından biri olduğundan sık sık Soma'ya gelirdi. Buradaki evleri duruyordu ve emektar bir karı, koca kahya ve bekçi olarak çalışıyor; evlerine göz kulak oluyorlardı. Kahya kadın Nuriye, bazen beni görünce parmağını sallayarak
"Ah! Seni! Seni!"
derdi. Hâlâ evin beyinin oğlunu buz gibi göle attığımı unutmamıştı. Ben de başımı önüme eğip, çıt çıkartmadan, adımlarımı hızlandırıp, kaçıyordum. E, kabahatimi biliyordum tabii. Aradan yıllar geçti. Lise bitti. On sekiz yaşındaydım. Üniversiteye hazırlanıyordum. Hayalim resim öğretmeni olmaktı. Gölümüzün kartpostal güzelliğini, yeşil tepelerin ve güneş ışığının suya aksedişini, kedilerimin pofuduk tüylerini, asil ve gizemli bakışlarını kağıtlara, tuvallere yansıtmak istiyordum.
Ama çocukluk aşkım Serdar'ı unutamamıştım. Acaba bir gün onu yine görecek miydim? Şimdi ne yapıyordu? Neye benziyordu? Çok değişmiş miydi? O da beni hatırlıyor muydu? Çocukken onu buz gibi suya atmamı unutmuş olamazdı. Acaba bu yüzden hâlâ bana kızgın mıydı? Sevdiği bir kız var mıydı?"
1. BÖLÜMÜN SONU

ŞİMDİ OKUDUĞUN
YEŞİM
RomanceGöl Büyücüsü Gülbahar ve kızı Yeşim'in heyecanlı, aksiyonu bol, hüzünlü aynı zamanda romantik hikayesini dizi izler gibi okuyacaksınız. Kapak tasarımı: @writerladyy