15- BEN BABAMIN KIZIYIM

216 40 101
                                    

Ertesi gün, ikisi Hüseyin'in ve Yusuf'un olmak üzere, yedi tabut yan yana dizildi. Kalabalıktan sadece ağlama ve hıçkırık sesleri duyuluyordu, bir kolundan Yeşim, diğer kolundan bir kadın tutmasa, Gülbahar'ın dizleri tutmayacaktı.

 Kalabalıktan sadece ağlama ve hıçkırık sesleri duyuluyordu, bir kolundan Yeşim, diğer kolundan bir kadın tutmasa, Gülbahar'ın dizleri tutmayacaktı

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

Bir eşinin, bir oğlunun tabutuna kapanıyor ve

"O, sadece kocam değil, kurtarıcımdı. Hayatımı kurtardı. Sırtımı dayandığım dağdı."

"Oğlummm, yüreğimin yarısı...."

diye bağırıyordu. Ah! Anlatabilse, Ay ışığında, Göl Büyücüsü ile deli sandığı oğlanın hikayesini kızına. Belki biraz teselli olurdu. Anlatamazdı. 

Ölüm karşısında çaresiz olan insanoğlu önce şoke olur, sonra inkâr etmek ister, kimi isyan eder ve nihayet kabulleniş gelir. Cenaze dönüşü  küçük evlerinin kapısı açık ve önü  ayakkabı doluydu. 112 ambulans da kıvrımlı yoldan kasabaya doğru gidiyordu. Baygınlık geçiren kadıncağızın tansiyonunu ölçmüş, sakinleştirici iğne yapmışlardı. Kediler bile şaşkındı. İçeriden "Yasiiin, Kuran'ı el hakimmm..." ve hıçkırık sesleri geliyor, mutfaktan birazdan helva olacak un ve tereyağında kavrulan süt kokusu yayılıyordu.  Gülbahar,  isyan aşamasındaydı.

"Olmaz Allah'ım! İkisini birden niye aldın? Alamazsın! Kabul etmiyorum! İsyan ediyorum! Niye yaptın bunu bize? Allah'ım niye yaptın? Küstüm ben sana! Küstümmm!"

Derken, yüzü derin çizgilerle kırış kırış,  derisi susuz kalmış, artritli, mavi damarlı elleriyle Kezban nine Gülbahar'ın ellerini avucuna aldı.

"Şşşt! Kızım günah, Allah'a küsülür mü? Vardır bir bildiği, biz bilemeyiz." diye fısıldadı. 

Zamanla, Gülbahar,  isyan aşamasını atlattı. Kendini dualara verdi. Allah, isyanını affetsin diye "Senden gelen ölüm başım üstüne" türküsünü mırıldanıyordu. Elinde tespih dudakları kıpır kıpırdı. Babalarının baretini büfenin üstüne koydular. Annesiyle babasının düğün günü çekilmiş resminin yanına. Yusuf'un odasına kâh annesi girip ağlıyordu, kâh ablası girip göz yaşı döküyordu. Gardıropları açıp, pantolonları, gömlekleri koklayıp, içlerine çekiyorlardı. 

Aradan günler, haftalar geçti. Gülbahar, devletin verdiği ölüm yardımının bir süre sonra biteceğini biliyordu. Evleri kira değildi ancak bir iş bulup çalışması gerekiyordu. Yeşim'in dershanesi, yeme, içme, elektrik, su, soba...hepsi fatura, hepsi para demekti. Feyzi Bey, aynı günlerde  bypass ameliyatı olduğundan, madendeki ölümlü kaza haberini ona duyurmadılar. Duyursalardı, adamcağız vaktiyle hayatını kurtarmış Hüseyin'in dul eşi ve kızı için elinden geleni yapardı.  Zaten madeni çoktan ortağına satmıştı. Soma ile tek bağlantısı baba yadigarı şirin çiftlik eviydi. Dolayısıyla iyileştiğinde haberi olmadı çünkü haber eskimişti.

Gülbahar'ın yapabileceği tek iş vardı: Evlere ya da iş yerlerine temizliğe gitmek. Bunu kızına da söyledi.  Yeşim, annesini, elinde vileda, yanında kova, yer silerken, terlerini silerken, gelen gidenlerin ona küçümseyerek, acıyarak baktığını, sildiği yerlere çamurlu ayakkabılarla bastığını  bir an hayal etti. Hayır! Temizlikçilik de işti, küçümsediğinden değil ama annesi yaşlanmıştı, kemiklerinde erime vardı, zaten bulaşık, yemek, evin ve bahçenin bakımı, temizliği onundu. Salçalar kaynatıyor, turşular kuruyor, tarhanalar kurutuyordu. Kendisi gidebilirdi ama aklında başka bir plan vardı. Cesaret gerektiren ama daha iyi maaşlı bir iş. Cansın'ın kitabındaki maden işçisi kadınlardan çok etkilenmişti. Babasının izinden gidecekti. Böylece babası, kızıyla gurur duyacaktı. Kardeşi de. Onlara "Babasının kızı" olduğunu ispat edecekti. Bir Türk kızının da, bir Avustralyalı, bir Amerikalı, bir Rus kızı gibi kömür işçisi olabileceğini kanıtlayacaktı. En önemlisi babasının çalıştığı yerde çalışarak, onun baretini kafasına takarak, onun kazma salladığı kayalara kazma sallayarak, o kömürlere dokunarak onunla özdeşleşecek, babacığını ve kardeşini sanki yanında hissedecekti. Annesine döndü:

"Temizlikçilik mi? Hayır! Olmaz!"

"Ne yapalım kızım? Acımızdan ölelim mi? Hazıra dağ dayanmaz."

"Ben biliyorum ne yapacağımı."

diyen kız, bir koşu gidip Cansın'ın verdiği İngilizce kitabı getirdi, kadın madencilerin olduğu sayfayı annesine gösterdi. 

"Bu kadınlar gibi madende çalışacağım."

"Ne? Kız başına madende mi çalışacaksın? Deli misin kızım? Erkekler bile zor yapıyo."

"Evlerde temizlikten, esnaf lokantasında bulaşık yıkayıp, tuvalet temizleyip, asgari ücretle çalışmaktan iyidir. Daha iyi para veriyorlar."

"Kızım yapma, etme. Bir kaza olursa ne yaparım? Baban, oğlum bir sen kaldın, seni de mi?"

"Anneciğim, senin haberin yok ama günlerdir bu konuda araştırma yaptım. Bak şimdi: Akşam okulu diye bir şey var, puanı daha düşük. Akşam 5'te ders başlıyor.  Okulumu bitirene kadar. Gündüz  madende çalışıp, gece okula giderim. Bitirip resim öğretmeni çıkana kadar. Dört yıl! O zamana kadar bir şey olmaz, kader bile bu kadar acımasız olmaz. Dört yıl anne! Dört yıl nedir ki? Göz açıp kapayana kadar geçer. Geçen gün ilan tahtasında ocağa vasıfsız işçi alınacağı yazıyordu."

"Olmaz kızım. Ağırdır, zordur yapamazsın."

"Yaparım, güçlüyüm, kuvvetliyim. Bizim bahçede az mı kazma salladım? Herkes anasının karnından maden işçisi doğmuyor ya, öğrenirim. Bu kadınlar nasıl öğrenmiş?"

"Olmaz kızım. Ben olmaz diyorsam olmaz."

Ama Yeşim, annesinden inatçıydı. E, ne de olsa "Göl Büyücüsü" nün kızıydı. 

İşçi alımlarını yapan Kemal usta babacan bir adamdı. Hüseyin'i de, Yusuf'u da çok seviyordu. İddiasını ispatlamak için kitabı da eline alıp doğru adamcağızın yanına gitti.  Adam:

"Tamam kızım ama bir hafta deneme süresi olacak.  Madem başka ülkelerde kadınlar maden işçisi olabiliyormuş, Türk kadınlarının onlardan ne eksiği var? Hayırlı olsun. Allah utandırmasın." dedi. Yeşim de:

"Sağolun Kemal Usta. Erkeklerden iki misli çalışacağım. Sizi utandırmayacağım. Şimdiden nefesimi açmak için bizim yokuşu koşarak inmeye başladım. Ciğerlerimi ve kaslarımı kuvvetlendireceğim." diye yanıt verdi. 

Daha sonra Kemal usta, Yeşim'le birlikte madene indi ve  oradakilere hitaben bir konuşma yaptı:

"Yeşim kızımız bize rahmetli babası Hüseyin'in emaneti. Başka ülkelerde kadınlar da maden işçisi oluyormuş.  Bana haberini, fotoğraflarını gösterdi. Baktım, inceledim. Bizim neyimiz eksik? Biz de onlar kadar cesuruz;  bulaşıkçılık yapmak, tuvalet temizlemek istemiyorum; babamın yolundan gitmek istiyorum dedi. Bir hafta deneme süresi var. Başarılı olursa dört yıl hem okuyacak, hem madende çalışacak. Dört yıl sonra da inşallah öğretmen olacak. Bize veda edecek."

Herkes alkışladı.  Kadın maden işçilerinin olduğu kitap elden ele dolaştı ve alttaki gibi sesler duyuldu:

"Helal !"

"Helal olsun Yeşim kızım!"

"Helal olsun! Merak etme Kemal usta, emanetin bizde."

"Helal olsun kızım. Baban seninle gurur duyuyordur şimdi. Merak etme her şeyi öğrenirsin, yavaş yavaş. Bir aya kalmadan kas yapmaya başlarsın."

"Sağolun Kemal usta."

Böylece, Yeşim madende çalışmaya başladı. Ama bir kasırga  yaklaşıyordu ve ismi Zerrin'di.

15. BÖLÜMÜN SONU


YEŞİMHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin