Önlüğünü hırsla tezgâha fırlattı, çalışanların gizliden gizliye attıkları meraklı bakışlar altında mutfaktan arka bahçeye çıktı İpar. Bu Cumartesi sabahı, kendini bir türlü işe veremiyor, aklını Aziz'den kurtaramıyordu.
İpek'in Kaya'nın evinde mahsur kalması yüzünden yaşananlar iki gündür zihnini esir etmişti. Bu süre zarfında belki de binlerce kez, genç adamı aramayı, varlığı ve desteği için teşekkür etmeyi düşünmüştü. Fakat cesaret edememişti. Zira söz konusu kişi Aziz'di ve eğer söz konusu o ise, işin sonunun nereye varacağı hiç belli olmazdı. Ve bu sonu ne kadar dirayetle karşılayacağı muammaydı genç kadının.
"Nankörlük yapma," diye söylendi. "Edeceğin bir teşekkür. Tek bir teşekkür!"
Derin derin nefes aldı, soluklandı. Kış rüzgârının keskin soğuğu ile alev alev yanarken yüzü, artık ezberine iyice yerleşmiş numarayı tuşladı. Tuhaf bir korku düşmüştü içine, kötü bir şey olacakmış gibi.
***
"Ne yapıyorsun burada?"
Aziz, bağdaş kurarak tehlikeli biçimde başında oturduğu yardan yukarı çevirdi bakışlarını: "Sence?" diye alayla yanıtladı gelen soruyu.
Genç kız tepki vermek yerine onunla eş zamanlı biçimde gözlerini önlerinde uzanan muhteşem manzaraya yöneltti. Yazı müjdeleyen ılık rüzgâr ensesine ancak inen küt kesimli saçlarını dalgalandırırken, bulundukları tepeden Çanakkale Boğazı'ndaki dalgaları ve denizin üstünde rotalarında seyreden irili ufaklı gemileri izlemekteydi.
Okullar henüz tatile girmiş, idare de öğrenciler sahil kentlerine dağılmadan önce gelenekselleştirdiği üzere bir yaz kampı düzenlemişti. Bu yılın destinasyonu Gelibolu Yarımadası idi. Buraya gelebilmek amacıyla bütün kış çalışmış, para biriktirmişti İpar. O yüzdendir ki lise sona geçtiği o yazın kampı çok büyük anlam taşımaktaydı onun için.
Böylesi düşüncelere dalmış, Boğazı izlemeyi sürdürürken, Aziz sezdirmeden hafifçe başını çevirdi tekrar ve tutkuyla parlayan kahverengi gözleri genç kızın taze tenini buldu. Şiddeti ara ara hoyratlığa varan esinti ile güneşin birlikte ala boyadığı yanaklar içini titretti, tuhaf bir kıskançlık kavurarak benliğini hatırlattı kendini.
Kıskanıyordu delikanlı, hem de deli gibi. Genç kızın zarafetini, güvenli duruşunu, hayata bakışını, mütevazılığını, karakteriyle iyi geçimini. Her şeyini kıskanıyordu. Ama en çok da son haftalarda etrafında beliren o tipi. Önceki akşam çadırların çevresinde kurulmuş olduğu geniş alanda yakılan şenlik ateşinin önünde şahitliğini yaptığı ve yüreğini kızgın demirlerle dağlayan gülüşüp söyleşmeleri hatırlamanın verdiği sinirle:
"Ee, öyle dikilip duracak mısın?" diye sordu sertçe.
Keskin çıkan sesin tınısındaki intikam tehdidi ve öfke ateşiyle irkilmesini engelleyemedi İpar. Konuşup konuşmamakta, cevap verip vermemekte tereddüt geçirdi. Ancak mecburdu, zira isteyerek gelmemiş gönderilmişti:
"Ruşen Hoca seni çağırıyor," dedi kısaca.
Hınzırca gülümsedi Aziz: "İyi," diye karşılık verdi. "Yardım et."
İpar, havaya kalkarak kendisine doğru uzanan avcun ortasına fazla düşünmeksizin kondurdu narin elini. İnce uzun parmakları, hırsla kapanan, iri parmaklarca hapsedildiği, berrak bakışlarının tehlikeli pırıltılarla kaynayan diğer bakışlarla kesiştiği an ise tuhaf bir korku bürüdü içini. Kötü bir şey olacakmış gibi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
TEMİZLİKÇİ PRENSES (SEVGİLİ OKUR SERİSİ)
Romance"Sen de kimsin!" diye höykürdü adam, korku ve şaşkınlıktan kavanoz dibi kadar irileşmiş mavi gözlerin tepesinden. Soluğu bir yerlerine kaçan genç kadın: "temizlikçi... prenses..." diye fısıldayabildi ancak kesik kesik. Kahretsin ki çok fena bir pozi...